15 Temmuz Darbe Girişimi’nin anlatılmayan sebebi ne?

Atatürk yaşasaydı tam 7 yıl önce yaşadığımız 15 Temmuz darbe girişimine şaşırmazdı. Hayır aklınıza gelen ilk sebepten değil. “Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler memleketi olamaz” diyen Atatürk, tarikat ve cemaatlarin tehlikeli olduğunu düşündüğü için değil, tam tersine, Türk milletini güçlü ve yenilmez yapan şeyin müslüman oluşumuz olduğunu düşündüğü için 15 Temmuz darbe girişimine şaşırmazdı. Kafanız karıştı biliyorum ama kafamız biraz karışmadıkça Atatürk’ü, İslamiyeti, 15 Temmuz’u ve en önemlisi, Türkiye’nin bugün neden bu halde olduğunu da anlayamayız. İnanmayacak olanlar için önce kaynakları paylaşalım, sonrasında 15 Temmuz’un hiçbir yerde duyamayacağınız gerçek sebebini konuşacağız. Atatürk gazeteci Rüşen Eşref ile yaptığı röportajda Çanakkale Savaşı’nı şöyle anlatmıştı: “.

. . [S]ize Bombasırtı vakasını anlatmadan geçemeyeceğim. Mütekabil siperler arasında mesafemiz sekiz metre, yani ölüm muhakkak. Birinci siperdekiler, hiçbiri kurtulmamacasına kâmilen (topluca) düşüyor, ikinciler onların yerine gidiyor. Fakat ne kadar şayan-ı gıpta bir itidal ve tevekkülle biliyor musunuz? Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor, hiç ufak bir fütur bile getirmiyor; sarsılmak yok! Okumak bilenler ellerinde Kuran-ı Kerim, cennete girmeğe hazırlanıyorlar.

Bilmeyenler Kelime-i Şehadet çekerek yürüyorlar. Bu, Türk askerindeki ruh kuvvetini gösteren şayan-ı hayret ve tebrik bir misaldir. Emin olmalısınız ki Çanakkale muharebesini kazandıran, bu yüksek ruhtur. Şimdi kafanızdaki Atatürk profilini, biraz daha sarsalım. Atatürk Çanakkale Cephesi’ndeyken Fransız bir kadınla, Madam Corinne ile mektuplaşıyordu. Peyami Safa, Atatürk’ün 20 Temmuz 1915 tarihli mektubunu şöyle tercüme etmişti: “Gerçekten de cehennem hayatı yaşıyoruz. Çok şükür, askerlerim pek cesur ve düşmandan daha mukavemetlidir.

Bundan başka hususi inançları, çok defa ölüme sevk eden emirlerimi yerine getirmelerini daha çok kolaylaştırıyor. Filhakika onlara göre iki semavi netice mümkün. Ya gazi, ya şehit olmak! Bu sonuncusu nedir bilir misiniz? Dosdoğru cennete gitmek. ” Peyami Safa mektubun devamını sansürlese de, Erdal İnönü’nün hatıratında yer alan mektubun orjinalinde Atatürk şöyle devam ediyor: “Görüyorsunuz ya Madam, (.

. . ) bana gelince, çok yazık ki, bu inanmış insanların, Allah vergisi nitelikleri bende yok ama bu nitelikleri desteklemeyi de hiç ihmal etmiyorum. ” Atatürk bizzat, işgale uğramış topraklarımızı, Türk milletinin imanı ve Allah inancı sayesinde kurtardığımızı itiraf ediyor. Atatürk yaşasaydı, 15 Temmuz darbe girişimine işte bu yüzden şaşırmazdı. Çünkü bu sözleri söyleyen Atatürk, şunu bilirdi: Emperyalistler, savaş gemileri ve uçaklarıyla yok edemedikleri Türk milletini, sadece sahip olduğu iman ve inancı ortadan kaldırdıklarında yok edebileceklerini anlayacak ve bunun için çalışacaklardı.

Peki emperyalistler, vatanını ve dinini ölümü pahasına savunan insanların elinden dini inancını zorla alabilir miydi? Türk milleti ölürdü inancını çiğnetmezdi, çiğnetmemişti de. Bu yüzden emperyalistler, İslamı ve müslümanları içerden bozmak zorundaydı. Bu dönemde batılılar oryantalizm adı altında doğuyu ve İslamı incelemeye ve çıkarlarına göre şekillendirmeye çalıştılar. İslam’ı ortadan kaldırmak isteyenler 2. Dünya Savaşı’ndan sonra çok daha masum bir sebep buldular: Dinlerarası Diyalog. Dinlerarası Diyalog; İslamiyet, Hristiyanlık ve Yahudilik gibi üç semavi din başta olmak üzere bütün dinler arasında diyalog kurulmasını savunuyordu. Diyalog kelimesi kulağa hoş gelse de, bu gerçek amaçlarını gizlemek içindi.

Türkiye’de bu görev için CHP Genel Sekreteri Kasım Gülek seçildi. Türkiye Yahudisi tarihçi Rıfat Bali, Kasım Gülek’in ABD’ye takdim edilmesi için Amerikalı milyarderlere, IMF yöneticilerine hatta Amerikalı ve İngiliz istihbaratçılara referans mektupları gönderildiğini yazmıştı. Zaten Kasım Gülek, milyarder Rockefeller ailesinin bursuyla ABD’de eğitim görmüştü. Bazıları Rockefeller ailesini duyunca hemen anlattıklarımızın komplo teorisi olduğunu düşünecektir. Bunun yerine gösterilen delillere bakıp kurulması gereken bağlantıları kurmaz ve dünyayı ilgilendiren her olayın altından aynı isimlerin çıkmasını sorgulamazsanız, birileri size daha çok komplolar kuracaktır, neyse. Kasım Gülek, Dinlerarası Diyalog için Vatikan lideri Papa tarafından 1968’de özel olarak kabul edilmişti. Kasım Gülek bu ziyaretten sonra Tarsus’un Hristiyanlığın kutsal şehirlerinden biri olması gerektiğini söyledi ve Tarsus’ta Sen Pol Derneği’ni kurdu. Fethullah Gülen’i bu dönemde hazırlayan ve ABD ve Vatikan’a tanıtan da Kasım Gülekti.

Fethullah Gülen 1997’de ilk olarak Yahudi örgütü ADL’nin başkanı Abraham Foxman ile buluştu ve Papa ile görüşmek için randevu talep etti. Gülen 1998’de Vatikan’a gitti ve Papa tarafından özel olarak karşılandı. Gülen Papa’ya sunduğu mektubunda şöyle diyordu: “Papa 6. Paul cenapları tarafından başlatılan ve devam etmekte olan Dinlerarası Diyalog İçin Papalık Konseyi misyonunun bir parçası olmak üzere burada bulunuyoruz. Bu misyonun tahakkuk edişini görmeyi arzu ediyoruz. En aciz bir şekilde hatta biraz cüretle, bu pek kıymetli hizmetinizi icra etme yolunda en mütevazi yardımlarımızı sunmak için size geldik. “

Mesele anlaşıldı ama burada ilginç olan bir şey var: Fethullah Gülen tüm bunları devletin bilgisi ve desteğiyle yapıyordu. 1:09:24-1:09:43 “Vatikan tarafından. . ” 1:09:47-1:09:59 “İyi bir şey olacağına. . ” son kısımda sessiz.

. Ecevit ve Demirel gibi seküler siyasetçilerin bile Fethullah Gülen’i desteklemesinin hatta önünü açmasının tek sebebi, arkasında ABD gibi güçlerin olduğunu bilmeleriydi. Burda bir ezberinizi daha yıkmam gerekiyor, Türkiye Cumhuriyeti hiçbir zaman tam bağımsız bir devlet olmamıştır. Özellikle 2. Dünya Savaşı’ndan sonra imzaladığımız anlaşmalarla askeri, siyasi ve ekonomik olarak ABD’ye bağımlı bir devlet olduk. Bu süreçte çoğu siyasetçi ABD’ye ve Fethullah Gülen’e karşı çıkamamış ve daha da güçlenmelerine yol açmıştı. Erbakan göreve gelir gelmez karşı çıkmaya çalışmış ama bunu yeterince güçlenmeden yapınca, sadece 1 yıl içinde iktidarını darbeyle kaybetmişti. Erdoğan’sa öncekilerden farklı bir yol izleyerek yeterli güce ulaşana kadar düşmanlarını karşısına almamaya özen göstermiş ve denge siyaseti yapmıştı.

Bunun resmi kaynaklarını merak edenler önceki belgesellerimizi izleyebilirler. Biz konumuza dönelim. Rockefeller gibi milyarderlerin desteklediği ve ABD siyasetine yön veren düşünce kuruluşu RAND, 1990’da bir rapor yazdı. Raporda, Soğuk Savaş bittikten sonra komünizm tehlikesinin bittiğini ancak radikal İslam tehlikesinin başladığı yazıyordu. Rapor ABD’ye radikal İslam’a karşı, Türkiye gibi ülkelerde ılımlı İslamı desteklemesini tavsiye ediyordu. Ilımlı İslam ile kastettikleri, batıyla iyi ilişkiler kuran, batının zulümlerine ses çıkarmayan, hak ve adalet için mücadele etmeyen müslümanlardı. Yani Fethullah Gülen gibi sözde müslümanları kastediyorlardı. Raporu CIA bölge şefi Graham Fuller yazmıştı.

İlginçtir, Fethullah Gülen’in 2008’de ABD’de kalabilmesi için kefil olan da CIA şefi Graham Fuller ve ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi Morton Abramowitz’di. Dönemin NATO Genel Sekreteri Willy Klaos 1995’te, Sovyetler dağıldıktan sonra en büyük tehlikenin İslam olduğunu açıklamıştı. ABD ve batı, İslam’ı yeni düşman olarak tanımladıktan sonra Ortadoğu’yu bugün nasıl bir ceheneme çevirdiklerini hepimiz biliyoruz. Peki, bütün bunlarla kimler neyi amaçlamıştı? Örneğin Rockefeller ve Ford gibi aileler, İslam’da reform çalışmaları için McGill Üniversitesi’ndeki İslami Araştırmalar Enstitüsü’nü finanse etmişlerdi. Aynı zamanda Fethullah Gülen ve Dinlerarası Diyalog çalışmalarını destekleyen Templeton Vakfı’nın ortakları arasında Rockefeller Vakfı’yla beraber, dünyanın en zengin insanlarından Jeff Bezos ve Bill Gates ailesinin vakıfları da yer alıyor. Ancak aynı aileler ilginç şekilde, bütün dinlerin yasakladığı faaliyetleri ve bununla ilgili dernekleri destekliyorlar. Örneğin bu ailelerin LGBT ve nüfus kontrolüyle ilgili derneklere ve çalışmalara yaptıkları milyarlarca dolarlık bağışları ufak bir araştırmayla bulabilirsiniz.

Bütün bu çalışmalarla neyi amaçladıklarını İbrahimi Aile Evi adında üç semavi dinin birleştirildiği ve tek elden kontrol edildiği bu merkezden anlayabilirsiniz. Bu merkezin bir diğer adının Tek Dünya Dininin Komuta Merkezi olmasına da şaşırmayın. Yani bu zenginler bütün dinleri birleştirme bahanesiyle aslında bütün dinleri yeryüzünden silmeye çalışıyorlar. Dinleri ve özellikle İslam’ı ortadan kaldırmaya çalışmalarının maddi amaçları dışındaki en temel sebebi, zenginlikleri ve güçleriyle kendilerini çağımızın firavunları olarak görmeleri. Bu yüzden firavunlaşmış egolarıyla Allah’a ve onun gönderdiği dinlerle savaşıyorlar. Bu amaçlarına ulaşmaları için önlerindeki en büyük engelse gönderilen son din olan İslamiyet ve müslümanların İslamı gerçek manada yaşama ihtimali. İslamı ve Türk milletini içerden bozmak isteyenler Fethullah Gülen’i 60 yıl önce işte bu yüzden görevlendirmiş; ülkenin ve devletin her köşesine sızması için çalışmıştı. FETÖ ve elebaşı Fethullah Gülen, Türk milletinin inancını ele geçiremeyince, ülkeyi ele geçirmek için 15 Temmuz 2016’da harekete geçti.

15 Temmuz basit bir darbe girişimi değildi. 15 Temmuz Türk milletini ve İslamı esir almaya çalışan bir işgal girişimiydi. Çok şükür ki Türk milleti, Atatürk’ün Çanakkale Savaşı’nı kazandıran bu yüksek ruhtur dediği ruhu kaybetmemiş ve 100 yıl sonra aynı imanla vatanını ve inancını ölümü pahasına çiğnetmemişti.

Hem Çanakkale’de hem 15 Temmuz’da bu vatan için canını veren şehitlerimize en büyük borcumuz miras bıraktıkları bu inancı ve ruhu tekrar inşa etmek için çalışmak ve ruhlarına birer Fatiha okumak olacaktır.