2023 neden Yeni Dünya Düzeni’nin ilk yılı ilan edildi?

2023 yılından korkuyorsunuz biliyorum. 2020’de salgın, 2021’de sokağa çıkma yasakları, 2022’de Rusya Ukrayna savaşı ve 40 yıldır görülmemiş küresel enflasyon. 2023 daha ne kadar kötü olabilir diye düşünüyorsunuz değil mi? Üçlü Komisyon adındaki kuruluş, 2023’ün Yeni Dünya Düzeni’nin 1. Yılı olduğunu açıkladı. Bu açıklamayı sadece siz değil, bütün dünya dikkate almak zorunda. Çünkü Üçlü Komisyon 50 yıl önce ünlü milyarder David Rockefeller tarafından kuruldu ve küresel elitlerin dünyaya yön vermekte kullandıkları kuruluşlardan biri. 2023 yılını bu elitler için önemli yapansa, hayal ettikleri Yeni Dünya Düzeni için planlarına bundan 50 yıl önce başlamaları. Bu planlardan en meşhuru 1972’de yayınladıkları The Limits to Growth, yani Büyümenin Sınırları adındaki rapordu. Raporu yine Rockefeller’ın desteğiyle kurulan Roma Kulübü adındaki kuruluş yayınlamıştı. Rapor özetle şunu söylüyordu. Dünya nüfusu ve insanların tüketimi aynı hızda artmaya devam ederse, yüz yıl içinde dünyadaki büyümenin sınırlarına ulaşacaktık. Yani ekonomik büyümenin devam etmesi için dünya nüfusunu azaltmamız ve tüketim alışkanlıklarımızı değiştirmemiz gerekiyordu.

Raporu yazan bilim adamı Dennis Meadows yıllar sonra bir röportaj vermiş ve bütün planlarını tek tek anlatmıştı.

“We could even have eight billion or nine billion probably if we have a very strong dictatorship which is smart. . if you had a smart dictatorship and a low standard of living you can have a but we want to have freedom and we want to have a high standards so we’re going to have a billion people and we are now at seven, so we have to get back down.”

8 milyarlık dünya nüfusu 1 milyara nasıl düşürülebilir?

“That could happen or epidemics I mean I don’t know what it will be but in one way or another, we are so far globally we are so far above the population and the consumption level which can be supported by the this planet that I know in one way or another it’s going to come back down”

Raporun yazarına göre bu süreç barışçıl bir yolla gerçekleşmeliydi.

“I hope that it can occur in a … in a special way, peaceful. Peace doesn’t mean that everybody is happy but it means that conflict isn’t solved through violence through force.”

Yani küresel elitler, dünyadaki nüfusu ve tüketimi kontrol etmek için, insanları ikna etmek zorundaydı. Peki, bütün insanları daha az çoğalmaları ve yalnızca sizin istediğiniz şekilde tüketmeleri için nasıl ikna ederdiniz? Dünyanın ve bütün insanlığın tehlike altında olduğunu söyleyerek. Küresel elitler de aynısını yaptılar. Roma Kulübü 1991’de ikinci raporunu yayınladı. Raporun adı, İlk Küresel Devrim’di. Rapor şu ilginç itirafta bulunuyordu:

“Bizi birleştirecek yeni bir düşman ararken, kirlilik, küresel ısınma tehdidi, su kıtlığı, açlık ve benzerlerinin bu amaca uygun olacağı fikrini bulduk.

“We’ve got to stabilize the population. When I was born, there -” So what is wrong with the population? I mean We’re too many people. That’s why we have global warming. We have global warming because too many people are using too much stuff. If there were less people, they’d be using less stuff.”

Yani dünyaya yön verenler, insanları ikna etmek için aradıkları bahaneyi bulmuştu. Çevre kirliliği, iklim krizi ve salgın gibi bütün insanları ilgilendiren sorunlar karşısında insanların birlikte hareket etmesini sağlayacaklardı. ‘Gezegenimiz yok olma tehdidiyle karşı karşıya’ dedikleri zaman, dini, dili, milleti ne olursa olsun herkesi harekete geçirebileceklerdi. Rapordaki itirafları şöyle son buluyordu:

“Tüm bu tehlikeler insan müdahalesinden kaynaklanmaktadır ve ancak değişen tutum ve davranışlarla bunların üstesinden gelinebilir. O halde gerçek düşman, insanlığın kendisidir.”

Yani bütün insanları, insanlığa karşı birleştirme fikri, ne kadar dahiyane değil mi? Böylece küresel elitler insanların hayatlarını dizayn etmeye başladılar. 1972 yılında nüfus artışını engellemek için rapor yazan tek kuruluş Roma Kulübü değildi. Aynı yıl John Rockefeller başkanlığında Nüfus Artışı ve Amerika’nın Geleceği adında bir komisyon kuruldu. Komisyon raporunun başında ABD Başkanı Richard Nixon’ın şu sözlerine yer verilmişti: “Bu yüzyılın son üçte birinde insan kaderine yönelik en ciddi meydan okumalardan biri, nüfusun artması olacaktır. İnsanın bu meydan okumaya tepkisinin 2000 yılında bir gurur kaynağı mı yoksa umutsuzluk kaynağı mı olacağı, büyük ölçüde, bugün ne yaptığımıza bağlı olacaktır. ” Rapor nüfus artışını önlemek için farklı görüşlere yer vermişti ama bir de uygulanması gereken Acil bir Hedef vardı:

“Acil hedef, Amerikan halkını gelenek ya da görenek, cehalet ya da şans yerine, daha fazla akılcı nüfus seçimleri yapmaya teşvik ederek demografik davranışı modernize etmektir. . . Nüfus artışının arzu edilir bir şey olduğu geleneğine meydan okumanın zamanı geldi. İstenmeyen, ailede olduğu gibi toplumda da istenmeyebilir. ”

Nüfusu barışçıl yollarla azaltmaktan kastettikleri buydu. Nüfus artışının arzu edilir bir şey olduğu geleneğini ortadan kaldıracaklardı. Tabi bu planlarını önce kendi ülkelerinde, yani Amerikan halkı üzerinde uyguladılar. 50 yıl sonra bugün, Beyaz Saray’a astıkları bu bayrak, Amerikan halkı üzerinde uyguladıkları planları 2023 yılında gerçekleştirdiklerini gösteriyordu. ABD’den sonra, sömürmek istedikleri diğer ülkelerin nüfuslarına karışmaya başladılar. Rockefeller komisyonundan 2 yıl sonra bu kez, ABD dışişleri bakanı Henry Kissinger gizli bir rapor yazdı ve ABD Başkanı’na sundu. Ulusal Güvenlik Çalışması Bildirisi 200 adındaki gizli rapor, diğer ülkelerdeki nüfus artışının, ABD’nin çıkarlarını baltalayacağını söylüyordu.

ABD’nin nüfusu dengelemek için odaklanması gereken ülkelerin arasında Türkiye de vardı. Kissinger’a göre az gelişmiş ülkelerde nüfus hızlı arttığı için genç nüfus daha fazladır ve gençler, emperyalizmin ve çok uluslu şirketlerin karşısında durmaya ve onlara meydan okumaya daha meyillidirler. Yani Türkiye gibi ülkelerde genç nüfusun artması, ABD’nin ve küresel şirketlerin çıkarlarını açıkça tehdit etmektedir. Raporu yazan dışişleri bakanı Henry Kissinger’ın küresel şirketlerin çıkarlarını düşünmesi ve Rockefeller gibi nüfus artışına odaklanması şaşırtıcı değil. Çünkü Henry Kissinger’ı Harvard’dan mezun olduktan sonra keşfeden, Rockefeller ailesiydi. ABD Başkan yardımcılığı yapan Nelson Rockefeller, Kissinger’ı başdanışmanı olarak görevlendirmişti. Kissinger sonrasında bütün ABD başkanlarının akıl hocalığını yaptı. Yani Kissinger hayatı boyunca, Rockefeller ailesinin çıkarlarına göre siyasete yön verdi. Küresel elitler gezegenimizi kurtarmak için sadece nüfus artışıyla değil, enerji sorunuyla da ilgilendiler.

Tıpkı bugün olduğu gibi 50 yıl önce de suni bir enerji krizi tasarladılar. Amerikalı petrol şirketleri 1973’teki Arap İsrail savaşını bahane etti ve fiyatları 4 katına çıkardı. Dünya petrolünü kontrol eden Rockefeller’ın şirketi Exxon elde ettiği karlarla yeryüzündeki en büyük şirket haline gelmişti. Kissinger 1974’te yazdığı raporda, Arap İsrail savaşı yaşanmadan önce, petrol fiyatlarının artmasını beklediklerini itiraf etmişti. ABD ve Avrupa’da halk petrol kuyruklarında beklerken, küresel elitler 1974’te bu kez, Bilderberg toplantısında bir araya geldiler. Toplantının konusu, muhtemel enerji kriziydi. Bilderberg(Bildırbörg)’ün kurucularından Hollanda Prensi Bernhard, toplantıdan sonra basın açıklaması yaptı ve enerji krizini tahmin ettiklerini gülerek anlattı.

“And finally, the theme was the possible energy crisis. We were little prophets without realising it. And the energy crisis came much faster than any of the participants had anticipated.”

Bugün ve 50 yıl önce bir enerji krizi çıkarmalarının sebebi işte burada. Petrol gibi çevreye zararlı yakıtların küresel ısınmaya yol açtığını ve dünyamızı yok edeceğini söylüyorlar. İnsanlığı kurtarmak istiyorsanız küresel ısınmayla savaşacak ve onların istediği şekilde yaşayacaksınız.

Ama dünyayı değiştirmek için insanların çabası yetmeyecekti, o halde devletler de bu mücadele için sözler vermek zorundaydı. Bu yüzden tıpkı Bilderberg toplantıları gibi dünyanın en güçlü insanlarını bir araya getiren Dünya Ekonomik Forumu’nu kurdular. Dünya Ekonomik Forumu’nu önemli yapan dünyanın en zengin ve en güçlü insanlarıyla devlet başkanlarını buluşturması değil. Dünya siyasetine bugün yön veren en etkili kuruluş olması. Bu kuruluşların çok sayıda olması kafanızı karıştırmasın. Kuruluşlar değişse de, üyeler hep aynı isimlerden oluşur. Örneğin Dünya Ekonomik Forumu’nu kuran Klaus Schwab, Henry Kissinger’ın Harvard’dan öğrencisiydi. Yani Rockefeller ailesi Kissinger’ı, Kissinger da Klaus Scwhab’ı keşfetmişti. Dünya Ekonomik Forumu 1973’te üçüncü kez toplandığında, açılış konuşmasını Roma Kulübü’nün kurucusu Aurelio Peccei yaptı. Konuşmasında dünya nüfusunun artmaması ve tüketim alışkanlıklarının değişmesi gerektiğini söyleyen raporu özetlemişti. Ancak siyasetçilere ne yapmaları gerektiğini söylemeleri yeterli değildi. Devletleri de taahhüt altına sokacak bir mekanizmaya ihtiyaç vardı. Birleşmiş Milletler işte bu amaçla kuruldu.

Buna inanması güç olsa da kuruluşun resmi kaynaklarına göre Birleşmiş Milletlerin merkezi olarak kullanılan binayı Rockefeller ailesi bağışlamıştı. Aynı zamanda Birleşmiş Milletler’in bütün projeleri, kuruluşun da minnetar olduğu Rockefeller Vakfı gibi çıkar grupları tarafından finanse edilir. Birleşmiş Milletler’de görev alan kişilere bakmak kuruluşun dünyaya değil özel ve küçük bir azınlığa hizmet ettiğini anlamak için yeterlidir. Bu isimlerden biri İklim Değişkliğini icat eden adam olarak bilinen Maurice Strong. Maurice Strong Kanadalı bir milyarder ve Birleşmiş Milletler Çevre Programı’nın kurucusu ve ilk yöneticisi. Ne tesadüf ki Klaus Schwab, Strong için bir takdir yazısı yazmış ve “Dünya Ekonomik Forumu’nu kurduğumdan beri benim akıl hocamdı” demişti. Strong aynı zamanda Rockefeller Vakfı’nın yönetim kurulu üyesiydi. Zengin ve güçlü insanların bir araya gelmesi normal karşılanabilir. Ancak burada ilginç olan, sorunları çözmeye talip olan bu insanların sorunların asıl kaynağı olmasıydı. Örneğin küresel ısınmaya karşı mücadele ettiğini söyleyen Rockefeller ailesi, gelmiş geçmiş en büyük petrol mafyasıydı. Aynı şekilde Maurice Strong da çevreyi kirleten bir petrol şirketinin yöneticisi olmasına rağmen Birleşmiş Milletler’in Çevre Programı’nı kurmuştu. En korkunç ve trajikomik örneklerden biri de, Birleşmiş Milletler’in altkuruluşu UNESCO’nun ilk başkanı olan Julian Hexley’di.

Julian Hexley toplumdaki işe yaramayan insanların ortadan kaldırılmasını savunan bir öjenistti ve bu adam, dünya barışına ve kültür mirasına katkıda bulunmak için kurulan UNESCO’nun ilk başkanı yapılmıştı. Öjenik, zeka özrü ya da fiziki engelle doğan ya da ekonomiye katkısı olmayan insanların öldürülmesi anlamına geliyordu. Huxley, Birleşmiş Milletler’e yazdığı raporda öjeniğin şimdi olmasa da zamanı geldiğinde düşünülebilir hale geleceğini söylüyordu. Huxley şöyle yazmıştı: “Bir tür dünya hükümetinde siyasi birlik gerekli olacak…Her ne kadar…herhangi bir radikal öjeni politikası yıllarca politik ve psikolojik olarak imkansız olsa da, öjeni sorununun büyük bir dikkatle incelendiğini görmek UNESCO için önemli olacak ve ve halkın zihni, söz konusu meseleler hakkında bilgilendirilir, böylece şu anda düşünülemez olan pek çok şey en azından düşünülebilir hale gelebilir. Bütün bunlar Birleşmiş Milletler gibi masum gözüken kuruluşların aslında masum olmadıklarını ve küresel elitlerin korkunç planlarına hizmet ettiklerini gösteriyor. Maurice Strong’un bir röportajında söyledikleri, Birleşmiş Milletler’in dünyaya yön vermek için kullandıkları bir araç olduğunun itirafıydı.

“INTERVIEWER: “Maurice Strong doesn’t have any ambition for the United Nations to become the world’s government?”

STRONG: “No, and it’s not necessary, it’s not feasible, and certainly we are a long way from any such thing. But we do need—if we are going to have a more peaceful world, a more secure world—we need a more effective system of cooperation, which is what I call ‘system of governance. And the United Nations, with all its difficulties, is the best game in town.”

Dünya hükümeti gibi hareket eden Birleşmiş Milletler 1992’de Gündem 21 ile planlarını açıkça ilan etti. Gündem 21, dünyayı kurtarmak için bütün ülkelerin takip etmesi gereken bir yol haritası sunuyordu. Gündem 21’e göre en önemli hedef sürdürülebilir kalkınmaydı. Sürdürülebilir kalkınma kavramı 20 yıl önceki Büyüme’nin Sınırları raporunda da geçiyordu. Yani dünya aynı şekilde üretmeye, tüketmeye ve kalabalıklaşmaya devam ederse, hem dünya mahvolacak hem de böyle bir büyüme sürdürülebilir olmayacaktı. Bu yüzden gelişmiş ülkeler dünyayı kirleten fosil yakıtlar yerine çevre dostu yenilenebilir enerji kaynaklarına geçmeli ve sosyal adaletsizlikleri gidermek için işbirliği yapmalıydı. Ancak bu masum gibi gözüken hedefler için gelişmiş ülkeler adım atmak istemeyecekti. O zaman gezegeni kurtarmak için küresel elitler devreye girecekti. Maurice Strong planlarını şöyle anlatmıştı. “Dünya liderlerinden oluşan küçük bir grup, Dünya’ya yönelik başlıca riskin zengin ülkelerin eylemlerinden kaynaklandığı sonucuna varırsa ne olur? Ve eğer dünya ayakta kalacaksa, bu zengin ülkeler çevre üzerindeki etkilerini azaltan bir anlaşma imzalamak zorunda kalacaklar.

Yapacaklar mı? Grubun vardığı sonuç ‘hayır’dır. Zengin ülkeler bunu yapmayacak. Değişmeyecekler. Bu yüzden, gezegeni kurtarmak için bu küçük grup karar verir: Gezegen için tek umut sanayileşmiş medeniyetlerin çökmesi değil mi? Bunu sağlamak, bizim sorumluluğumuz değil mi? ” Dünyanın en güçlü insanları, onları güçlü yapan düzen çökerse gezegenin kurtulacağını ve bunu yapmanın onların sorumluluğu olduğunu söylüyorlar. Bu sözler, şaşırtıcı derecede fedakarca gözükebilir. Ancak küresel elitlerin yıllar öncesine dayanan planlarını düşündüğümüzde, bu sözlerin gerçek niyetlerini gizlemek için kullandıkları bir kılıf olduğu görülecektir. 1992’de Gündem 21’i açıkladıktan sonra, bu planları uygulayacak devlet başkanlarına ihtiyaçları vardı. Bir sene sonra Dünya Ekonomik Forumu, Yarın için Küresel Liderler sınıfını kurdu ve burada gelecekte devlet başkanı olacak siyasetçileri eğitmeye başladı.

Birleşmiş Milletler 2015’e geldiğimizde Gündem 2030’u yayınladı ve sürdürülebilir bir kalkınma için ulaşılması gereken hedefleri açıkladı. Masum gözükmek zorunda olan ilk üç hedef dünyadaki yoksulluk ve açlığın bitirilmesi, ve herkesin sağlıklı bir hayat sürmesiydi. 2020’deki salgınla bu masum hedeflere ulaşıldı. 50 yıldır söyledikleri diğer iki hedef temiz enerjiye geçmek ve iklim hareketini başlatmaktı. 2022’deki Rusya Ukrayna savaşıyla bütün batı dünyası ikinci enerji krizini yaşadı ve temiz enerjiye geçiş süreci hızlandı. Küresel elitlerin en büyük hedefi, dünyadaki sorunların asıl kaynağı olarak gördükleri nüfus artışını önlemekti. Bu hedefe masum gözükmesi için toplumsal cinsiyet eşitliği adını vermişlerdi. Hedeflerini simgeleyen renkler gibi rengarenk olan bayrağı da Beyaz Saray’a 2023 yılında asmayı başardılar. Yani küresel elitler neredeyse bütün hedeflerine 2023 yılında ulaşmış oldular. Geriye sadece kurdukları bu Yeni Dünya Düzeni’ni ilan etmek kalmıştı. İşte bu yüzden 2023 yılını, Yeni Dünya Düzeni’nin birinci yılı kabul ettiler. Yeni bir dünyanın nasıl inşa edildiğini artık biliyoruz. Asıl soru, biz nasıl bir dünya inşa etmek istiyoruz?