AK Parti neden bu kez kaybetti?

AK Parti tarihinde ilk kez bir seçimi kaybetti, CHP 1977’den beri ilk kez birinci parti seçildi. Ama seçimi CHP kazanmadı, AK Partililer AK Parti’nin kaybetmesini istedi. Evet kullanılan oylara bakmak bunu anlamak için yeterli. Çünkü bu seçime katılım oranı son 20 yılın en düşük seviyesindeydi. 2019’da sandığa gitmeyen 9 milyon seçmen varken, bu sayı 4 milyon daha arttı ve tam 13 milyon kişi bu seçimde sandığa gitmedi. Seçmen sandığa gitmeyince en büyük oy kaybını AK Parti yaşadı ve 4. 2 milyon oy kaybetti.

Yani AK Parti seçmeni, AK Partiye mesajını sandığa gitmeyerek verdi. Seçmenin verdiği en büyük mesajlardan biri de Yeniden Refah Partisi’ne verilen 3 milyona yakın oyla 3. Parti seçilmesiydi. Yani AK Parti oylarının önemli bir bölümü de Yeniden Refah Partisi’ne kaydı. Peki seçmen AK Partiye ne mesaj vermek istedi? Mağlubiyet bir Yeniden AK Parti’nin kurulmasına mı, yoksa AK Parti’nin yeniden kuruluş felsefesine dönmesine mi yol açacak?

Seçimde mesaj veren sadece oy kullanan seçmen değildi, bazı Türkiye düşmanları da Türkiye’ye kendi mesajlarını verdiler. Türk ve müslüman düşmanı faşist Geert Wilders(Hiırt Wildırs) seçim sonuçlarından sonra güle güle Erdoğan ve AK Parti derken, katil İsrail’in dışişleri bakanı CHP’nin adayları İmamoğlu ve Yavaş’ı tebrik etti. Yani biz yerel seçimleri yerel olduğu için önemsemesek hatta küçümsediğimiz için siyasete mesaj vermek için kullanılacak araçlar olarak da görsek bu seçimlerin küresel sonuçları da var. Türkiye’yi batılı devletlerin desteğiyle bölmeye çalışanların, PKK sizi tükürüğüyle boğar diyenlerin belediyeleri aldığı seçimler önemsiz olmadığı gibi küresel bir öneme sahiptir. Bu gerçeği unutmamamız lazım ama eğer milletin sesi, idareciler tarafından artık duyulmamaya başlanmışsa, milletin sandığa attığı zarfın içine oyunu değil mesajını koymaktan başka şansı da kalmamış demektir. Peki seçmen neden mesaj verdi? Emekli zamları mı, enflasyon mu, israf mı?

Hiçbiri! Çünkü bu sorunlar uzun zamandır vardı ama hiçbiri, seçmeni 2023 genel seçimlerinde Erdoğan’ı desteklemekten vazgeçirmedi. Demek ki mesajı veren seçmenin belki hepsi değil ama büyük bölümü için ülkenin güvenliği, bekası kendi menfaatinden hatta midesinden bile önce geliyormuş. Yani bu seçmen, genel seçimlerde ülkeyi güvendiği kaptana emanet etmişti artık kendi sorunlarını rahatça dile getirebilirdi. Ve bu sorunlar maddi gibi görünse de maddiyat ile ilgili değildi. Nasıl mı? En kalabalık grup olan emeklilerle başlayalım.

Çünkü Türkiye’de yaklaşık 15 milyon emekli var ve toplam seçmenin dörtte birini oluşturuyorlar. Bunların 2 milyona yakını genel seçimden önce EYT kapsamında emekli edildi. Evet Erdoğan EYT’ye, getireceği ekonomik yükten dolayı her zaman karşıydı ama Kılıçdaroğlu bunu popülist bir söylem olarak seçimden önce ortaya attı ve seçmen de bunun maliyetini düşünmeden talep etti. Dolayısıyla Erdoğan bu kritik seçimi aşabilmek için EYT talebine boyun eğmek zorunda kaldı. Bu kez de gerçekten emekli olan on milyonu aşkın insan emekli maaşlarına yeterli zammın yapılmasını bekledi. Sonuçta EYT’nin ekonomik maliyeti hepimizin omuzuna yüklenmişti, emeklilerin maaşlarına talep ettikleri zammın maliyeti de aynı şekilde omuzlanabilirdi. EYT’lilerin talebini gören Erdoğan emeklilerin talebinin de farkındaydı ama yerel seçimlerde bu kez popülist bir şekilde zam açıklaması yapmadı.

Çünkü doğru ya da yanlış, ülkeyi darboğazdan çıkarmak için uygulanan ekonomik reçeteye bağlı kalmak istedi. Yerel seçimde emeklinin talebi bir maaş zammından ibaret değildi “ekonomik sıkıntıda EYT’liye verilirken, emekliliği haketmiş olan bana neden verilmiyor? ” şeklindeki adalet talebiydi. Aynı şekilde geçim derdiyle, marketteki pahalılıkla savaşan halk genel seçimde gidip oyunu yine Erdoğan’dan yana kullanmıştı. Ancak şirketler ve zincir marketler bu kriz döneminde karlarını rekor seviyede artırırken, seçmenin sandıkta gösterdiği tepki sadece pahalılığa değil, bu aç gözlü şirketlerin ve marketlerin insafına terk edilmiş olmasınaydı. Sermayenin ve işçinin milli gelirden aldığı paylar arasındaki makas hızla açılırken seçmenin sandıktaki tepkisi fakirleşmesine değil, eldeki pastanın daha adil neden paylaşılmadığınaydı. Velhasılı AK Parti seçmeninin her şeyden önce verdiği mesaj bir adalet mesajıydı.

Seçmen adalet ile birlikte liyakat mesajı da verdi. Çünkü adalet hak edene hak ettiğini vermekken, liyakat de vazifeyi hak edene vermektir. AK Parti liyakete önem veren sistem karşıtı bir parti olarak kurulmuştu. Kadroları yıllarca yasaklarla, vesayetlerle mücadele etmiş dert sahibi samimi insanlardan oluşuyordu. Bu kadrolar gerçekten de vesayet ve yasakları ortadan kaldırmayı başardılar. Ancak mücadele edecek zorluklar ortadan kalktıkça mücadele ruhu da kaybolmuştu. Böylece sisteme karşı olarak kurulan partide sistemi savunan insanlar daha etkin olmaya başladı.

Daha önce kapı kapı dolaşıp vatandaşla buluşan teşkilatlar, değil vatandaşın kapısına, sokağına inmez oldular. Seçim günü sokağa gösterişli araçlarının üstünde çıkıp halka el sallayanlara da halk, sandıkta el sallayıp güle güle dedi. Zamanla partiyi şahsi çıkarları için kullanmak isteyen kişi ve gruplar teşkilatlarda belirleyici güç haline geldiler, adam kayırmalar sıradanlaştı. Millete hizmet edecek belediye başkanları, milleti temsil edecek milletin vekilleri millete sorulmadan aday gösterilmeye başlandı. Öyle ki seçmenin partide görmek istemediği aynı isimler tekrar tekrar aday gösterilmeye devam etti. Sadece adaylar konusunda değil, seçmenin ısrarla dile getirdiği sorunlarla ilgili de somut adımlar atılamadı. Örneğin kazandığı belediyelerde bir ay içinde başıboş köpek sorununu çözeceğini söyleyen Büyük Birlik Partisi başkanı, seçmene kulak vermenin önemini ifade etmiş oluyordu.

Seçmenin verdiği en önemli mesajlardan biri de Filistin konusuydu. Hükümet söylemleriyle ve yürüttüğü diplomasiyle Filistin’i desteklese de milyonlarca kişi daha keskin ve somut adımlar görmek istediği için tepki gösterdi. Hatta Yeniden Refah’ın AK Parti’den aldığı oyların önemli kısmı Filistin kaynaklıydı. Burada bir demokrasi eleştirisi de yapmamız gerek. Çünkü demokraside halkın gönlünden geçen adımların imkanların ötesinde olup olmaması hatta devlete daha çok zarar verebilecek olması önemini yitirir. Sıradan bir vatandaş dış politikadan, askeri güvenlik ya da istihbarattan anlamak zorunda değildir, ancak demokrasi halka bunları anlamadan da bazı şeyleri talep etmesi imkanını verir. Öyle ya da böyle, Filistin konusunda beklenen adımları atmak hükümetin elinden gelmiyorsa da, bunun sebeplerini millete anlatmak konusunda başarısız oldu.

Çünkü dijital çağda demokrasinin en büyük sorunu, kitlelerin algıyla sürüklenebiliyor olmasıdır. Oy verecek milyonlarca insanı sosyal medyadaki bir yalanla kandırmanız artık çok kolay ve bunu her gün onlarca kez yaşıyoruz. Kasıtlı yanlış bilgilerle manipüle edilen insanların algısını sadece doğru algıyla düzeltebilirsiniz. Ama biliyoruz ki yanlış bilgi doğru bilgiye göre 10 kata kadar daha hızlı yayılır, yani doğru algıyı oluşturma şansınız 10 kat daha düşük. AK Parti teşkilatlarının halka temas ettikleri dönemde böyle bir algıya ihtiyaçları yoktu, ancak dijital medya bu algı gücünü muhalefetin eline verdi. Evet bugün maalesef, olgularla değil algılarla hareket ettiğimiz bir çağda yaşıyoruz. O yüzden bugün, bir filmde devlet başkanı rolünü oynamış bir oyuncu gerçekten devlet başkanı seçilebilirken, bazı dizi oyuncuları da sadece oynadığı roller beğenildiği için bir projesi olmasa da belediye başkanı seçilebiliyor.

Öyle ki dünyanın en güzel şehri İstanbul’u 5 yılda geriye götürenler hizmet üretmeseler bile, sadece reklam ve afişlere milyonlar harcayarak hizmet ürettik algısıyla seçim kazanabildiler. İşte böyle bir zamanda AK Parti yeni bir iletişim ve siyaset dili oluşturmak zorunda. Bugün oy kullanan 15 milyon seçmen 30 yaşın altında. Yani AK Parti kurulduğunda henüz doğmamış olan gençlere AK Parti’den önce yol ve köprü yapılmadığını anlatamazsınız. Evet Türkiye’de yol köprü gibi altyapı yatırımları 80 yıl boyunca ihmal edildiği için diğer ülkelerdeki ekonomik kalkınmayı gerçekleştiremediğimizi bu ülkenin her gencine tabi ki anlatmalıyız ama bunu onların ve yeni medyanın diline uygun şekilde yapmak zorundasınız. Örneğin Türkiye’nin kendi otomobilini üretmek için neden 100 sene beklediğini anlatmak istiyorsanız bunu, Türkiye’nin otomobil değil, meyve sebze üretmesini isteyen ABD raporlarıyla ilgili belgesel videolarla anlatmalısınız. Evet AK Parti 20 yılı aşkın süre boyunca seçilerek, ülkeyi kesintisiz yönetme başarısını göstermiş Türkiye tarihindeki tek parti.

Bu yüzden seçmenin mesajını alıp almayacağı Türkiye siyasetinin geleceğini de belirleyecek. Burada sadece AK Parti seçmeninin verdiği mesajları konuşsak da saydığımız bütün sorunlar bütün partilerin hatta ülkemizin sorunları. Her siyasi tartışmada “ama sizde de bu yanlış var” demek bizi kendi yanlışlarımıza kör edeceği gibi bizi kutuplaştırmaktan başka işe de yaramaz. Çünkü meşhur kaidedir, “Nasılsanız öyle yönetilirsiniz. ” Siyasette gördüğümüz insanlar da başka yerlerden değil, bizim aramızdan çıkıp gelmiş insanlar, yani siyasetçiler de idareciler de sadece toplumun birer yansıması. O halde siyasetin ve ülkenin daha iyi olmasını istiyorsak sadece eleştirmekle kalmayıp, önce kendimizi sonra çevremizi daha iyi hale getirmek için çalışmak zorundayız.