Batı neden Türkleri İslamiyet’ten koparmak istedi?
Bin yıl boyunca batıda Türk demek Müslüman demekti, bunu biliyor muydunuz? Muhtemelen birçoğunuz bilmiyordu, çünkü düşmanlarımız bunların bize okullarda anlatılmasına izin vermediler. Bunu videonun sonunda anlayacaksınız. Meşhur İngiliz tarihçi Bernard Lewis’e göre “Türk kelimesi batıda “Müslüman’ın” eşanlamlısı olarak kullanılıyordu” hatta eskiden “İslam dinini kabul etmiş bir batılıya “Türk oldu” deniyordu. Öyle ki 1880 tarihinde basılan Redhouse Türkçe-İngilizce sözlükte Türk kelimesinin karşılığı olarak Müslüman ya da Osmanlı ifadeleri geçiyordu. İşte bugün bile, haksız yere bir Türk futbolcuya ceza veren batılıların Türk düşmanlığı buradan geliyor. Çünkü batılılar bin yıldır, bir ırk olan Türklere değil, Müslüman olan Türklere düşmanlar.
Evet batının Türk nefreti tarihte en güçlü şekilde Haçlı Seferleri’yle başlamıştı. Selçuklular Anadolu’yu fethettikten sonra Papa bütün Hristiyan dünyasını barbar dedikleri Türklere karşı savaşmaya çağırmıştı. Bu öyle bir İslam düşmanlığıydı ki yıllardır savaş halinde olan İngiliz ve Fransızlar sırf 3. Haçlı Seferi’ne katılabilmek için ateşkes yapmışlardı. Hristiyan Avrupa için en korkunç kabuslardan biri de Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u Doğu Roma İmparatorluğu’ndan alması ve Ayasofya’yı camiye dönüştürmesiydi. Bu öyle bir kabustu ki Cumhuriyet kurulduktan sonra Amerikalı gazeteci Grace Ellison Mustafa Kemal’e Papa’nın Ayaosya’nın Hristiyanlara geri verilmesi isteğini iletmişti. Mustafa Kemal de “Katolik kilisesinin gerçekten haysiyetini incitiyorsak, onu, ya bir müzeye çevireceğiz, ya da tamamen kapatacağız” cevabını vermiş ama daha sonra müzeye çevirme kararı almıştı.
Türkiye 2020 yılında Ayasofya’yı tekrar camiye dönüştürünce batıdan gelen tepkiler rahatsızlıklarını anlamaya yetiyordu. Evet Türklerin İslam’a girdikten sonra kazandıkları kuvvet o kadar etkiliydi ki Türklük ve Müslümanlık bir bütün olmuş ve aynı manaya gelmeye başlamıştı. O zaman Hristiyan Avrupalılar, kendileri ve kurdukları düzen için bir tehdit ve düşman olarak gördükleri Müslüman Türklerden nasıl kurtulabilirlerdi? Aynı manaya gelen Müslümanlığı ve Türklüğü birbirinden ayırarak, yani İslamı Türk’ün kalbinden söküp atarak. Bu gerçeği Atatürk de itiraf etmişti. Mustafa Kemal, gazeteci Rüşen Eşref ile yaptığı röportajda Çanakkale Savaşı’ndaki anısını şöyle anlatmıştı. “Karşılıklı siperler arasında mesafemiz sekiz metre, yani ölüm muhakkak.
Birinci siperdekiler, hiçbiri kurtulmamacasına topluca düşüyor, ikinciler onların yerine gidiyor. Fakat ne kadar gıpta edilecek bir itidal ve tevekkülle biliyor musunuz? Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor, hiç ufak bir fütur bile getirmiyor; sarsılmak yok! Okuma bilenler ellerinde Kuran-ı Kerim, cennete girmeğe hazırlanıyorlar. Bilmeyenler Kelime-i Şehadet çekerek yürüyorlar. Bu, Türk askerindeki ruh kuvvetini gösteren hayret ve tebrik gerektiren bir misaldir. Emin olmalısınız ki Çanakkale muharebesini kazandıran, bu yüksek ruhtur.”
Evet, Atatürk’ün de itiraf ettiği gibi Türk askerine Çanakkale Savaşı’nı kazandıran kuvvet İslamiyet’ti. Ancak aynı Mustafa Kemal Türkiye Cumhuriyeti’ni kurarken ülkeyi yüksek ruh dediği İslamiyet’tten arındırmaya da çalışmıştı. Ne yazık ki bu, bin yıldır Müslümanları durdurmaya çalışan batılıların en çok istedikleri şeydi. Evet İngilizler bunu açıkça istemişlerdi. 1919 tarihli İngiliz raporu Türkiye’ye bağımsızlık tanıyabileceklerini ama bunun İslam dünyasındaki dini haklarına ve halifenin etkisinin ortadan kaldırılmasına karşılık olacağını yazıyordu. 4 Mayıs 1919 tarihli İngiliz Dışişleri raporu da Hilafet ile saltanatın birbirinden ayrılması gerektiğini söyledikten sonra, tek çözümün Padişahı tahttan indirip yeni Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmak olduğunu belirtiyordu.
Zaten gelişmeler de İngilizlerin istediği gibi olmuştu. Önce saltanat ardından Hilafet kaldırılmış ve bu süreçte de Cumhuriyet kurulmuştu. Evet batılılar Hilafetin kaldırılmasıyla İslamı Türklerin elinden almayı başarmıştı ama asıl mesele İslam’ı Türklerin kalplerinden ve zihinlerinden söküp almaktı. Ama Türkler İslam için can almış, can vermişti. Bu inancı kalplerinden kimse zorla alamazdı. Yani İslamı ve müslümanları yalnızca içerden yıkabilirlerdi. Batılılar bu yüzden İslamı ve müslümanları bozmaya çalışmak için her yolu denediler.
Bu çabalardan sonuncusu ABD istihbaratı tarafından gösterildi. Soğuk Savaş bittikten sonra komünizm tehdidi ortadan kalkmış yeni küresel tehdit olarak yine İslamiyet seçilmişti. Amerikalı uzmanlar, Sovyetler dağıldıktan sonra İslamiyet’in tekrardan yükselişe geçeceğini farketmişti. Radikal adını verdikleri müslümanları düşmanlaştıracak, ılımlı adını verdikleri müslümanlarla işbirliği yapacaklardı. En büyük darbeyi tabi ki İslamiyet’in bin yıl bayraktarlığını yapan Türklere vurmalıydılar. Bu yüzden Fethullah Gülen eliyle müslüman bir cemaat görünümünde örgüt kurmaya başladılar. Örgüt dini cemaat görünümünde olduğu için Müslüman halkın güvenini kazanacak, arkasında ABD olduğu için de devletin en kritik yerlerine sızabileceklerdi.
Amaçlarına ulaşmak için neredeyse 50 yıl çalıştılar. Ancak belirli bir güce ulaştıktan sonra devleti kontrol etmeye çalışmışlar devlet buna izin vermeyince de 15 Temmuz 2016’da bir darbe girişimiyle devleti ele geçirmeye çalışmışlardı. Devleti ele geçirme amaçlarına belki ulaşamamışlardı ama İslam’a verebilecekleri en büyük zararı vermişlerdi. Türk milletinin zihninde müslüman ve cemaat gibi kavramların zarar görmesine yol açmışlardı. Halbuki bu batının tam olarak amaçladığı şeydi. Türkler İslamiyet’e girdikten sonra cemaatler İslam’ın ve güzel ahlakın toplum içinde bin yıl boyunca yayılmasını sağlayan en önemli kurumlar olmuştu. Zaten batılılar bu yüzden tarih boyunca bazı cemaatleri kullanıp müslümanları ve İslamı bozmaya çalışmışlardı.
Biz Türk milleti olarak farkında olmasak da batılılar, İslamiyet’in nasıl bir kuvvet olduğunu çok iyi biliyorlar. Bu yüzden araştırmacıları, düşünce kuruluşları, istihbarat örgütleri bir araya geliyor İslamiyet’i araştırıyor ve İslamiyet’e zarar verebilmek için FETÖ gibi yapılar kurup 50 yıl boyunca toplumu ve devleti zehirlemesini bekliyorlar. Yani düşmanımız, bizi bizden daha iyi tanıyor. Bugün dünya tekrar bir kırılma noktasında. İsrail tarihin en kanlı soykırımlarından birine yine batılı devletlerin desteğiyle devam ediyor. Ancak zulüm o kadar ortaya çıkmış durumda ki, batının vicdanını, insanlığını kaybetmemiş halkları bu zulmün karşısında duruyorlar. Hatta birçokları Filistin halkının gösterdiği yüksek ruhu merak edip araştırıyor, bu yüksek ruhun İslamiyet’ten geldiğini öğreniyor ve Müslüman oluyorlar.
Bu yüzden Türk milleti olarak kim olduğumuzu hatırlamak için önce geçmişimizi bilmemiz gerekiyor. Milli Mücadele’de sahip olduğumuz yüksek ruh neyse, 15 Temmuz’da tanklara, uçaklara göğsünü siper edenlerin taşıdığı da aynı yüksek ruhtu. Barbar Türkler diyen Haçlılara Kudüs’te karşı koyan Selahadin Eyyubi’nin yüksek ruhu neyse, bugün Filistin’de, Gazze’de ölüme meydan okuyan kahramanların sahip olduğu da aynı yüksek ruhtur. Yani İslamiyet dünyanın dört bir yanında ruh aşılamaya devam edecek. Ama Türk milleti İslamiyet’e yeniden kavuşursa, hem eski gücüne ve ihtişamına hem de dünyaya medeniyet öğreten medeniyetine de tekrar kavuşacaktır.