Doları ve enflasyonu nasıl yükselttiler?

Bugüne kadar bütün ekonomistlerden hep şunu duydunuz. Enflasyonu ve dolar kurunu düşürmek için faizler artmalı. Evet, faizler artınca başlangıçta talep azalır ve enflasyon düşer. Bu doğru. Ama bu ekonomistler faizler arttıktan sonra olacaklardan size bahsetmezler. Olacak şey, üretimlerin azalması, insanların işsiz kalması ve enflasyonun uzun vadede daha çok yükselecek olmasıdır. Nobel Ödüllü ekonomist Joseph Stiglitz’e kulak verelim.

“Raising interest rates can lead to even more raising prices, more inflation. There is evidence that when you raise interest rates landlords pass those higher costs onto rents, again increasing inflation.”

Nobel ödüllü ekonomist haklı, çünkü enflasyonu çözmek için yakın zamanda faizleri artıran Amerika ve Avrupa’nın şimdiden bir krize girmesi bekleniyor. Çünkü siz faizleri artırınca şu olur. İnsanlar daha az kredi çeker ve talep düşer. Kredi dediğimiz şey aslında paradır. Para miktarı azalırsa, enflasyon da düşer. Ama aynı zamanda, kredilerin faizleri de yükseleceği için yatırımlar hızla durur. Bu yüzden Dünya Bankası, ülkelerin faiz artırmasının 2023’te küresel bir kriz riskini artırdığını açıkladı. 2020 yılını hatırlayın. O yıl, faiz artırımına gidilmiş ve enflasyon düşmüştü.

Ama faizler yüksek olduğu için konut üreticileri yeterince konut üretemedi. Salgından sonra artan taleple gördük ki enflasyon bi yere gitmemiş. Üretim talebi karşılayamadığı için bu kez daha büyük bir enflasyonla karşılaştık, hem konut fiyatları hem de kiralar rekor seviyeye geldi. Yani faizleri yükselttiğinizde talebi kıstığınız için ilk başta enflasyon düşecek Ama yatırımlar duracağı için ekonomi krize sürüklenecek, şirketler iflas edecek ve insanlar işsiz kalacak. Evet hayat pahalılığı çok zor ama bir de işinizi kaybetmişken her şeyin daha pahalı olduğunu düşünün. İşte bu ekonomistler size bu gerçeklerden bahsetmezler ve bahsetmeyecekler. Örneğin Amerika, 1970’lerde enflasyonu düşürmek için faizleri artırmıştı. Enflasyonu istedikleri orana getirmeleri 3-4 seneyi almış ama bunun sonucunda milyonlarca kişi de işsiz kalmıştı. Ama Türkiye gibi bir ülkenin 3-4 yıl boyunca yatırımları ve üretimi durdurmasını bekleyemezsiniz, çünkü bu, ekonomik bir intihar olur. O halde, faizleri artırmadan, hem enflasyonu düşürüp hem de üretime devam etmek mümkün mü?

Evet, mümkün. Bunun için iki şeye ihtiyacımız var. Birincisi, dolar kurunu kontrol altına almak, ikincisi faizleri artırmadan talebi azaltmak. Türkiye son iki yıldır ihracat rekorları kırıyor. Bunun sebeplerinden biri Türk lirasının bir miktar değer kaybetmesi ve dış ticarette rekabetçi hale gelmesi. Ama diyeceksiniz ki, bu dönemde sadece ihracatımız değil ithalatımız da arttı. Evet, döviz kurunun yükselmesi ile dışarıdan aldığımız malların maliyeti de arttı. Ayrıca 2021’in ilk 8 ayında ticaret açığımız 30 milyar $’ken bu sene 73 milyar $’a çıktı. Tabi Türkiye enerjide dışa bağımlı olduğu için bu açığın %90’ı enerji ithalatından kaynaklanıyor ve bu sene savaştan dolayı enerji fiyatları pahalılaştı. Burada çözüm belli, ithal ettiğimiz malların ucuzlaması gerekiyor. Bunun için de yurt içindeki dövizin bollaşması lazım.

Döviz bollaştıkça dolar kuru düşecek, kur düştükçe ithal mallar ucuzlayacak ve böylece piyasadaki fiyatlar da aşağı inecek. İşte bu çözümün karşısında duran en büyük engel döviz stokçuları. Peki bu döviz stokçuları kimler ve Türkiye’nin servetini nasıl sömürüyorlar? Resmi rakamlara göre bankalarda toplam 8 trilyon liraya yakın para var. Bunun yarısından fazlası, yani 240 milyar $’a yakın para, bankalarda döviz olarak duruyor. Bu 240 milyar doların, 150 milyar $’ı şahıslara, 90 milyar $’a yakını da şirketlere ait. Tabi bu şahıslardan bazıları bu şirketlerin de sahipleri. Yani 150 milyar $’ın büyük bir kısmı da, aslında bu şirketlerin sahiplerine ait. Kısaca şahısların bankalarda, şirketlerden daha çok doları var. İnsanlar bu kadar çok dolar almaya 2019 yılından sonra başladı. 2019 yılında ne olduğunu hatırlayın.

Amerikan başkanı Trump, Türkiye’nin ekonomisini mahvedeceğim demişti. Bir ABD başkanı böyle bir açıklama yaptığında ne olacağını tahmin edebilirsiniz. İnsanlar korkuya kapılıp dolar aldılar ve Türk lirası değer kaybetmeye başladı. Türk lirası değer kaybettikçe, Türkiye bunu bir fırsata çevirdi ve ihracatını arttırdı. Küresel salgında birçok ülke ekonomisini durdururken, Türkiye üretmeye devam etti. O dönemki düşük faizlerin de yardımıyla ihracat hız kazandı. 2020 yılında bütün ekonomiler küçülürken Türkiye, Çin ile birlikte büyüyen iki ülkeden biri oldu. Türkiye 2021 yılındaysa, dünyada en çok büyüyen 3. ülke oldu. Yani Türk lirasının bir miktar değer kaybetmesi ihracat için olumluydu. Ama dolara olan talep o kadar çoktu ki, dolar kuru 18 lirayı geçmişti.

Türk lirası hızla değer kaybediyor ve enflasyon artıyordu. Vatandaşın marketten aldığı malın fiyatı da, şirketlerin dışarıdan aldığı hammaddenin fiyatı da yükseliyordu. Hükümet, dolara olan talebi önlemek için Kur Korumalı Mevduat hesabını çıkardı. Yani vatandaş bankadaki parasını dolar yerine Türk lirası olarak tutacak, dolar kurunda bir artış olursa, aradaki fark vatandaşa ödenecekti. Açıklama sonrası dolar kuru 12’lere kadar geriledi. Kur Korumalı Mevduat, başlarda dolara olan talebi azaltmıştı. Aralık 2021’den Rusya Ukrayna Savaşı başlayana kadar şahıslar 5 milyar $, şirketler de 15 milyar $ döviz bozdurdular. Savaşın başlamasıyla döviz stokçuları da harekete geçti ve Türkiye’yi yani bizi, soymaya başladılar. Bazı şirketler, savaş başladıktan sonra ucuz kredi çekip, bu parayla ihtiyaçlarından fazla dolar alıp stoklamıştı.

“Firmalar bu dönemde 24 şubat savaş başladıktan 6. aya kadar 55 milyar dolar döviz aldılar.”

Peki bu döviz stokçuları 80 milyonun parasını nasıl çalıyor? Bildiğiniz gibi şahıslar ve şirketler, paralarını bankalarda açtıkları hesaplara yatırıyorlar. Örneğin, 2019’un eylül ayında şahısların bankalarda 1,5 trilyonu varken, şirketlerin 700 milyar lirası vardı. 2022’de, şahısların parası 3 kat artıp 4,5 trilyona, şirketlerin parası da yaklaşık 4 kat artıp 3 trilyona yaklaşmış. Bankalar, ihtiyaç duyan insanlara ve firmalara, burada biriken paralardan bir faiz karşılığında kredi veriyorlar. 2019’da alınan bireysel krediler 500 milyar lirayken, şirketlerin kullandığı ticari krediler de sadece 1 trilyondu. Koronavirüs salgınından sonra insanların ve şirketlerin krediye ihtiyacı artınca, kredi muslukları açıldı ve krediler büyük bir hızla artmaya başladı. 2022’de bireysel krediler 2 kattan fazla artıp 1. 2 trilyona, ticari krediler de 2. 5 kat artıp 5. 5 trilyona yaklaştı.

Dolar stokçuları, işte tam bu noktada devreye girdi. Üretim ve ihracat yapan şirketlerin kullanması için verilen ucuz kredileri, döviz stokçuları almaya başladı.

“Firmalarımız o ucuz kredileri kullanarak 10 milyar dolar alıp tekrar hesaplarına koydular. İthalat yaptıkları rakam hariç. Şu an 90 milyar 70 milyar dolara indi. Şu an tekrar, bu bankacılık resmi rakamlar açıklanıyor, şu an tekrar bankacılık kesiminde 80 milyar dolara ulaştı. Bir de kur korumada paraları devam ediyor.”

Yani döviz stokçusu 30-40 firma ihracat için dağıtılan ucuz kredileri topluyor ve bu paralarla döviz alıyorlar. Bunu sayılarla gösterelim. Örneğin savaş başladığında, şirketlerin döviz hesaplarında, 70 milyar $ para vardı. Kur Korumalı Mevduat hesaplarında haziran ayında toplam 60 milyar $ birikmişti. Bunun sadece 20 milyar $’ı bile şirketlere ait olsa, haziranda şirketlerin döviz miktarının azalmış olması gerekirdi. Ancak bu sayı azalmadığı gibi, 10 milyar $ daha artmış ve 80 milyar $’a çıkmış. Bu şirketler, ithalat ve ödemelerini yaparken dolara ihtiyaç duyuyorlar derseniz, bu doğru. Ama bu şirketlerin yatırım malları hariç aylık ithalatı ortalama sadece 15 milyar $. Yani şirketlerin iki aylık ithalat ödemeleri için hesaplarında 30 milyar $ olması yeterli. Ancak bu şirketler ihtiyaçlarından fazla stoklayıp 80 milyar $ tutuyorlar. Böylece üretime ve yatırıma gitmesi gereken krediler, döviz stokçularına gidiyor. Onlar döviz aldıkça, Türk lirası daha çok değer kaybediyor ve Türkiye’nin dış ticareti açık veriyor.

Böylece ihtiyaç duyduğumuz her şey daha pahalı hale geliyor ve enflasyonla alım gücümüz düşüyor. Yani döviz stokçusu 30-40 şirket ve bu şirketlerin sahibi olan 200-300 sermayedar, vatandaşın cebinden çalıp, servetine servet katıyor. Servetiniz şöyle çalınıyor. Döviz stokçusu şirketler, bankada dövizleri olmasına rağmen, ödemelerimiz var bahanesiyle ucuz kredi çekiyorlar. Sonra bu kredilerle gidip dolar alıyorlar. Örneğin, 2021’de dolar 8 lira, enflasyon da %19’du. Stokçular dolar aldıkça dolar kuru 13’e, enflasyon da kur geçirgenliği sebebiyle %36’ya çıktı. Onlar dolar aldıkça dolar değerlendi ve hiçbir şey üretmeden para kazandılar. Son bir yılda dolar kuru %100’den fazla artarken, enflasyon da %80’e ulaştı. Yani döviz stokçuları oturdukları yerde servetini ikiye katladı; vatandaşsa, iki kat daha fakirleşti. Yani üretim için verilen kredilerin döviz stokçularına gitmesi, halkı yani bizi, daha da fakirleştirdi.

“Merkez Bankası Başkanı verilen kredilerin %80’ini bir avuç şirketin kullandığını söylüyor. Stokçuların hesaplarında fazla döviz olduğu için bunları bankalara teminat gösteriyor ve daha düşük faizle kredi alabiliyorlar. Ancak döviz stoklamayan, üretim yapan ve gerçekten krediye ihtiyacı olan şirketlerse ya kredi bulamıyor ya da daha yüksek faizlerle kredi kullanmak zorunda kalıyorlar.”

Burada yapılması gereken şey, döviz stokçularına akan kredi musluklarını kapatmak. Merkez Bankası ve BDDK alacakları tedbirlerle, dövizi olan şirketlerin kredi çekmesine kesinlikle izin vermemeli. BDDK, 15 milyon liranın üzerinde dövizi olan şirketlere kredi verilmemesi için haziran ayında bir karar almıştı. Çünkü 15 milyon liranın üzerinde dövizi olan şirket sayısı çok az. Yani kararın etki etmesi için bu sınırın örneğin 7-8 milyon seviyelerine düşmesi sağlanmalı. Aynı zamanda şirketler hesaplarındaki dolarları daha az göstermek için bunları şahsi hesaplarına, özel kasalarına ya da ortaklarının hesaplarına transfer edebilirler. Bankalarda kiralık kasa kalmadığını düşünürsek, buna şaşırmamak gerekiyor.

Bu yüzden düzenlemeye grup riski eklenmeli ve şahısların hesapları da takip edilmeli. Yani şirketler ihtiyaç duyduklarında hesaplarındaki dövizleri bozacak ve bunları kullanmak zorunda kalacaklar. Bu dolarlar bozuldukça, dolar kuru üzerindeki baskı zamanla gevşeyecek ve bir dengeye ulaşacak. Örneğin döviz kurunun artmasıyla enerji ithalatı için 2020’de 29 milyar $, 2021’de de 51 milyar $ ödemiştik, 2022’de bu tutar yaklaşık 100 milyar $’a yakın olacak. Eğer kurlar makul seviyelere düşerse, devletin ithalat için harcadığı milyarlarca dolar, devletin yani halkın cebinde kalacak. Türk lirasının değerlenmesi çalışanların yani vatandaşın alım gücünü de artıracak. Çözümün dolar kurunu kontrol etmek ve faizleri artırmadan talebi kısmaktan geçtiğini söylemiştim. Peki faizleri artırmadan, talebi nasıl düşüreceğiz? Bunun için de krediler azaltılacak ve sadece doğru yatırım yapacak şirketlere kredi verilecek. Geçmişe bakıldığında kredi faizleri düştüğünde kredi kullanımının arttığı görülür. Ancak Merkez Bankası bu dönemde aldığı önlemlerle, hem kredi faizlerini hem de kredi miktarını aynı anda düşürmeye başladı.

Yani Merkez Bankası, kredileri kısarak talebi ve tüketimi azaltmaya çalışıyor. Yapılacak düzenlemelerle, ucuz krediler, hesabında dövizi olmayan ve sadece yatırım ve ihracat yapacak şirketlere verilmeli. Devletin verdiği ucuz krediler döviz stokçularına gitmediğinde talep azalmış olacak ve enflasyon aşağıya inecek. Bu krediler ihracat ve yatırım yapan şirketlere ulaşırsa, üretim artacak. Böylece uzun vadede arz artacak ve talep bir dengeye gelecek. Yani enflasyon, sağlıklı bir şekilde düşürülmüş olacak. Bugün sadece Türkiye değil, tüm dünya büyük bir dönüşüm yaşıyor. Yüz yılda bir görülen bir salgın küresel ekonomiyi esir etmişken, üstüne bir de bölgesel savaşlarla bir enerji ve gıda krizini yaşıyoruz. Yaşanan darbelerle siyasi istikrarına ancak bir asır sonra kavuşan Türkiye, yerli ve yabancı sermayenin çıkarları yüzünden ekonomik bağımsızlığını yıllardır elde edemiyor. Şimdi, küresel krizle birlikte yeni bir dünya inşa ediliyor. Türkiye iktisadi bağımsızlığını kazanmak için bu krizi, bir fırsata çevirmek zorunda.

Bu tarihi fırsatın önündeki en büyük engel, ülkenin kaybetmesi pahasına daha çok kazanmaya çalışan döviz stokçuları. Kaynaklarımızı sömüren bir avuç sermayedara dur diyebilirsek, Türkiye bu kaynaklarla üretecek, büyüyecek ve hak ettiği refaha ulaşacaktır. Kendi içinde adalet ve refahı tesis etmiş bir Türkiye’nin, küresel adalet için dünyaya anlatacağı, daha çok şey olacaktır.