Erdoğan nasıl 85 milyonun cumhurbaşkanı olabilir?
Tayyip Erdoğan %52’lik bir oyla Cumhurbaşkanı seçildi. Erdoğan halkın oylarıyla 3 kez cumhurbaşkanı seçilen ilk ve tek lider olurken, Kılıçdaroğlu da girdiği 12 seçimin hepsini kaybeden ilk ve tek lider oldu. Kılıçdaroğlu seçim sonuçlarından sonra… 2:05-2:08 “Mücadele verdim, vermeye de devam edeceğim” diyerek, koltuğunu bırakmayacağı mesajını verirken, Erdoğan 8:43-8:54 “Bugün kimse kaybetmemiştir. 85 milyonun tamamı kazanmıştır. ” diyerek kendisine oy vermeyenlerin de cumhurbaşkanı olacağı mesajını verdi. Erdoğan’a oy vermeyen %50, ekonomi ve sığınmacı sorunu gibi farklı öncelikleri olduğu için Erdoğan’a oy vermedi. O halde Erdoğan’ın 85 milyonun cumhurbaşkanı olması için çözmesi gereken sorunlara bakalım. Bu sorunların başında ekonomi geliyor.
24:48-24:56 “Yatırım ve istihdam odaklı bir üretim ekonomisi tasarlıyoruz” Erdoğan üretim ekonomisi tasarlamak için 20 yıl neden bekledi diye düşünülebilir ama Erdoğan 20 yılını, yol ve köprü yapmak için harcadı. Evet, yıllarca “Yol ve köprü yaptılar” şeklinde dalga geçilse de, bu dalga geçilecek bir şey değildi, çünkü bir ülkede yatırım ve üretim olması için o ülkede önce altyapı olması gerekir. Ancak Türkiye’de altyapı gelişmiş ekonomilerin çok gerisindeydi. Örneğin meclis kayıtlarına göre, 1946 yılında kişi başına düşen enerji kullanımı ABD ve İsveç’te 1800 kilowattan fazlayken, Filistin’de 131, Türkiye’deyse yalnızca 29 kilowattı. 20 milyon nüfusun sadece 2 milyonu elektrikle aydınlanabiliyorken, 8 milyonu gaz lambası kullanıyor, geri kalan 10 milyon kişi de geceleri koyu bir karanlık içinde geçiriyordu.
Başka bir meclis kaydına göre, 1950’de kilometre kareye düşen yol uzunluğu Avrupa ülkelerinde 1000 metrenin üzerindeyken, Afganistan ve Habeşistan’la yarışan Türkiye’de sadece 17 metre yol düşüyordu. Yani Erdoğan 20 yılını, 80 yıl boyunca ihmal edilmiş altyapıyı tamamlamak için harcadı. Salgınla birlikte dönüşen kapitalizm ve değişen tedarik zincirleri Türkiye’nin yeni bir üretim üssü ve ticaret hub’ı olması için fırsatlar doğurdu. 20 yılda yerli savunma sanayiinde ve imalat sektöründe kazanılan tecrübeler Bayraktar ve TOGG gibi markaları ortaya çıkarmıştı, bundan sonra dünyada rekabet edecek daha fazla markayı ortaya koymak yatırımcılara ve girişimcilere kaldı. Yani bir asırdır özlemini duyduğumuz üreten bir Türkiye için artık önümüzde bir engel kalmadı. Çözülmesi beklenen diğer bir sorun da sığınmacılar sorunu.
Sığınmacı sorunu Suriye İç Savaşıyla başladığını biliyoruz ama Suriyede yaşanan sadece bir iç savaş değildi. Çünkü Suriye halkı sadece kendi askerine karşı savaşmıyordu. Bir tarafta kendisinden olmayanları öldüren vahşi bir terör örgütü DEAŞ, diğer tarafta yine ABD’nin desteklediği terör örgütü PYD varken, bir yandan da dünyanın en güçlü iki devleti ABD ve Rusya Suriye’yi bölüşürken, Suriyeliler kime karşı kimle savaşacaktı? Bu yüzden Türkiye, erkek kadın demeden katledilmekten kaçan herkesi insanlığa ve Türk milletine yakışır şekilde kabul etti. Türkiye kısıtlı imkanlarıyla tabi ki sınırsız sayıda sığınmacıya ev sahipliği yapamazdı. Bu yüzden Türkiye defalarca, ABD ve Avrupa ülkelerine, Suriye sınırının terörden temizlenmesi ve sığınmacıların bu güvenli bölgelere yerleştirilmesini önerdi.
Ama ABD ve Batının amacı zaten Türkiye’yi terörle uğraştırmak olduğu için bu teklifi hiçbir zaman kabul etmediler. 15 Temmuz darbe girişiminden sonra Türk ordusu güvenli bölgeleri tek başına sağlamak zorunda kaldı, sınırımızda yapılan operasyonlarla terörden arınan bölgelere 600 bin kadar sığınmacı yerleştirildi. Bu güvenli bölgelerin genişlemesi ve Suriye’de savaşın bitmesiyle 1 milyon sığınmacı daha bu bölgelere yerleştirilecek. Türkiye’nin acilen çözmesi gereken sorunlarından biri de, olası bir İstanbul depremine hazırlanmak. Kahramanmaraş depremi’nin yaralarını İstanbul tek başına sarabilirdi ama Türkiye ekonomisinin kalbi olan İstanbul’da yaşanacak bir deprem, ekonomik bağımsızlığımızı dahi tehlikeye atabilir. Bu sorunu çözmek diğerlerinden biraz daha zor, çünkü toplum olarak zihniyetimizi ve ahlakımızı düzeltmemiz gerekiyor.
1965’te değişen Kat Mülkiyeti Kanunuyla birlikte herkes, bir ev ya da arsa alıp, fiyatının artmasını ve alın teri dökmeden para kazanmayı bekler oldu. Böylece İstanbul yüksek binalarla çevrili bir beton mezarlığına dönüştü. İstanbul’da yoğunlaşan üretim ve yerleşimi Türkiye’ye yayacak bir planlamayla, İstanbul eski suretine kavuşmalı ve olası bir depremde bütün Türkiye’nin etkileneceği zararların önüne geçilmelidir Devlet bu süreci toplumun desteği olmadan başaramaz. Ama önce toplum olarak zihnen ve ahlaken bir dönüşüme ihtiyacımız var. Bu dönüşümün bir ayağı da bizi diğer bir soruna, yani eğitim sorununa götürüyor.
Eğitim sorununu sembolik bir olay üzerinden konuşacağız. Türkiye 80 yıl önce ABD ile yardım anlaşmaları imzaladı ve siyasi askeri ve ekonomik olarak ABD’ye bağımlı hale geldi. Ancak bu anlaşmalardan biri, Türkiye’nin eğitim sistemini de ABD’nin etkisi altına soktu. Aslında anlaşma Türkiye’nin ABD’den aldığı borçları nasıl geri ödeyeceği ile ilgiliydi. Anlaşmaya göre Türkiye, borcunu ABD ile ortak kurulacak eğitim komisyonunun masraflarını karşılayarak ödeyecekti. Bu süreçleri yönetecek Fulbright adında bir eğitim komisyonu kurulacak ve komisyon ABD kontrolünde olacaktı.
Fulbright komisyonu, Türk öğrencilerin ABD’de, Amerikalı öğrencilerin de Türkiye’de burslu şekilde eğitim görmesini sağlayacaktı. ABD’nin amacı Türk eğitim sistemi üzerinde bir etki alanı kurmak ve kendi çıkarlarına hizmet edecek Türk gençlerini devşirmekti. Birçok siyasetçi Fulbright ve benzeri yabancı burslarla ABD’de eğitim görüp Türkiye’de görev yaptı. Örneğin Bülent Ecevit, Eisenhower ve Rockefeller bursuyla iki kez ABD’ye eğitim almak için gitmişti. Süleyman Demirel Eisenhower bursuyla ABD’de eğitim görürken, Deniz Baykal da Rockefeller bursuyla 1963’te ABD’de okumuştu. Son dönem siyasetçilerden de Ali Babacan, fulbright bursuyla Amerika’da okuyan siyasetçilerdendi..
Bu siyasetçilerin hepsi benzer kurumların burslarıyla ABD’de eğitim gördü ve döndüklerinde Türkiye’de başbakanlık ve bakanlık gibi en üst düzey makamlarda bulundular. Amerikan burslarıyla okumuş olmaları bu isimlerin ABD’ye hizmet ettiği anlamına gelmese de, bu isimlerin ortak noktası, Türkiye’nin siyasi istikbalini ABD ve batının yanında yer almakta görmeleriydi. Yani ABD 1940’tan beri yaptığı yardımlarla Türkiye’yi kendisine bağımlı kıldığı gibi, eğitimi kullanarak da Türkiye’yi zihnen ABD’ye bağımlı kılmış ve kendisini ABD ve batı karşısında aciz gören nesiller yetişmesini sağlamıştır. Şu an karşımızda duran bütün sorunların temelinde bir zihniyet ve ahlak sorunu olduğunu farketmişsinizdir. Sağlam bir ahlak ve zihniyet inşaası toplumun bütün kesimleriyle, yani 85 milyonla birlikte, eğitime, kültüre ve aileye yapacağımız yatırımla mümkün olacaktır.
Atacağımız belki de ilk büyük adım, her türlü zihni esarete meydan okuyacak, kim olduğunu bilen, hem özgüven hem de tevazuu sahibi nesiller yetiştirmektir.
Ancak o zaman 85 milyonun tamamının sorunlarına çözümler üretebilir ve birlikte yaşama sanatını icra etmeye başlayabiliriz.