PKK ile neden masaya oturuldu?
Hizbullah’ın 1980’lerde Diyarbakır’da kurulmuş İslamcı silahlı bir örgüt olduğunu biliyoruz ama Hizbullah’ı yıllarca kullanan devlet içindeki Amerikancı yapıyı biliyor muyuz? Hizbullah’ın yaptığı iddia edilen en meşhur suikast, Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan’ın suikastıydı. Mahkeme, kararında bu suikastın Hizbullah’ın işi olamayacak kadar profesyonel olduğunu açıklamıştı. Sonraki yıllarda Okkan suikastının JİTEM ya da derin devlet tarafından işlendiğine dair birçok itiraf geldi. Örneğin, CHP milletvekili Sezgin Tanrıkulu şöyle diyordu.
0:11-0:13 “Gaffar Okkan benim dostumdu. ” 0:26-0:34 “Gaffar Okkan,. . .JİTEM’in faili meçhul cinayetlerine engel olmak istediği için ortadan kaldırıldı.”
Dönemin MİT Müsteşarı Teoman Koman, Hizbullah’ın PKK baskınlarına karşı kendini koruyan, dini inançları kuvvetli vatandaşlar olduğunu söylemişti. JİTEM’in önemli isimlerinden Cem Ersever de “Koman paşaya katılıyorum. Hizbullah falan yok. Herkes birbirini öldürüyor. Bazıları bu cinayeti işleyenlere Hizbullah diyor”, demişti. Yani faili meçhul cinayetleri devletin içindeki gizli bir yapı işliyor ve bu cinayetleri Hizbullah işlemiş gibi gösteriyordu.
3) Devletin içindeki bu gizli yapı neydi ve eylemlerinde neden Hizbullah’ı kullanmıştı? Bu gizli yapının adı Gladyo ya da Türkiye’deki adıyla Özel Harp Dairesi’ydi.
Eski Başbakan Bülent Ecevit ABD’nin kontrolündeki bu yapıyı tesadüfen öğrendiğini yıllar sonra açıklamıştı. ABD gladyoyu, komünizmle mücadele bahanesiyle birçok ülkenin içine yerleştirdi. Dünya bu yapıları 1990’da Soğuk Savaş bittiğinde öğrenmişti. ABD Türkiye’deki gladyoyu, sağ-sol çatışmasını körüklemek için kullandı. Gladyo, PKK ile mücadele bahanesiyle Doğu Anadolu’da çok sert yöntemler uyguladı. Bölgedeki faili meçhul cinayetler ve işkenceler, Kürt halkını kendi devletine karşı kışkırttı ve PKK’nın daha da güçlenmesine yol açtı. Gladyo’ya bağlı JİTEM gibi örgütler eylemlerinde bazen Hizbullah’ı kullanıyor bazen de eylemi gerçekleştirip suçu Hizbullah’a atıyordu. ABD bir taşta üç kuş vuruyordu; kardeş olan Türk ve Kürdü birbirine düşürüyor, PKK’yı güçlendiriyor ve dindar Kürtleri Hizbullah sayesinde öcü gibi gösteriyordu. Bu eylemleri yapan gladyonun içinde bazı vatanseverler de vardı tabi, ama bilerek ya da bilmeyerek ABD’nin çıkarlarına hizmet etmiş oldular. ABD ve PKK’nın bu kirli planlarını, şuurlu müslüman Kürtler bozmuştu.
12:12-12:14 “Bir de maskeleri düşen terör örgütleri var” 12:21-12:24 “Kimdir bunlar? Bir tanesi Kandildekiler. ” 12:28-12:30 “Onların davasının aslında Kürtlerin hak hukuku olmadığını” 12:48-13:04 “Kendi ideolojilerini o topraklara hakim kılmaktan başka bir hedeflerinin olmadığını aslında insanlarımız gördü. Burada da bizim ciddi bir katkımız oldu, biz ışık tuttuk. Biz ayna tuttuk onların yüzüne, onlar kendilerini görmediler ama millet onları gördü. 0:03-0:21 “HÜDAPAR’ın geçmişi temiz değil. Bu grup baştan beri Batman çevresinde Kürdistan özgürlük mücadelesine karşı bir yara gibi varlık gösteriyor. Her fırsatta engel oluyor, 70’lerde de böyleydi. ”
4) Hizbullah anlaşıldı, peki devlet neden PKK ile masaya oturdu?
1990’da CIA şefi Graham Fuller bir rapor yazdı. Sovyetler dağılınca İslamın yaygınlaşacağını, radikal İslama karşılık ılımlı İslamın desteklenmesini söyledi. ABD Ilımlı İslam için, 1960’lardan beri devletin içine sızan Fethullah Gülen’i kullandı. Gülen 1999’da ABD’ye kaçtı ama bir ay önce, PKK elebaşı Öcalan yakalanıp Türkiye’ye teslim edildi. Başbakan Ecevit bile Amerikalılar Apoyu bize neden verdi hala bilmiyorum demişti. Cevabı, CIA şefi Graham Fuller’ın 1998’de yazdığı Türkiye’nin Kürt Meselesi raporundaydı. Rapor, Türkiye’nin PKK sorununu silahla değil siyasetle çözmesini söylüyordu.
ABD, PKK’yı tasfiye etmek için rapordan bir yıl sonra Öcalan’ı Türkiye’ye teslim etti. 2007 yılındaki Phillips raporu aynı şeyi söylüyordu. . PKK aradan çıkmalı, Kürt siyasi partisi muhatap alınmalı ve Kuzey Irak’ta Barzani desteklenmeliydi. ABD ve Avrupa, Kürt sorununu Türkiye üzerinde baskı kurmak için kullanınca, 2009’da Kürt Açılımı başladı. Açılım, 2007’deki rapora uygun şekilde başlamıştı ama silah bırakan PKK’lılar Habur’da halaylarla karşılanınca, Kürt açılımı askıya alındı. Ama AK Parti açılıma ABD’nin istediği şekilde değil, kendi bildiği şekilde devam etti. Çünkü ABD PKK’yı değil Barzani’yi muhatap almamızı istiyordu. Türkiye buna karşı çıktı ve Milli İstihbarat Teşkilatı arka planda, PKK ile OSLO görüşmelerini başlattı.
5) O halde Kürt Açılımı bir ihanet miydi yoksa ABD’ye rest mi?
Devletin bir terör örgütüyle görüşmesinin, ilk bakışta rahatsız edici geldiği doğru. Ama Türkiye, ABD’nin gladyo ve FETÖ gibi örgütlerle 60 yıldır kontrol ettiği, bağımsızlığını kazanamamış bir ülkeydi. Devlet içindeki örgütlerin bölgede yaptığı zulümlerle, devletine küsmüş bir Kürt halkı varken; ABD ve Batı bu yaraları kaşıyarak, terörü 40 yıldır Türkiye’yi bölmek için kullanırken; devletin, sorunun ana aktörü olan PKK ile görüşmesi gereklilik değil bir zorunluluktu. Zaten ABD, Phillips raporuna göre Türkiye’nin PKK ile görüşmemesini istiyordu. Yani Türkiye PKK ile görüşerek aslında ABD’ye meydan okumuştu. MİT’in PKK ile yaptığı OSLO görüşmelerini FETÖ’ye yakın taraf gazetesi 2011’de sızdırdı. ABD cevabı, FETÖ üzerinden veriyordu. Zaten bir süre sonra FETÖ’cü savcılar, süreci yöneten MİT müsteşarı Hakan Fidan’ı ifadeye çağırmış ancak Erdoğan buna müsaade etmemişti. Önceki MİT Müsteşarı Emre Taner, ”Oslo ihanet değildi, Oslo sürecine yabancılar Kürt meselesini oyuncak yapmasın diye girdik”, demişti. Yani Kürt Açılımı bir ihanet değil, Erdoğan’ın ABD’ye çektiği ilk restti.
6) Kürt Açılımı restti, peki Çözüm Süreci neydi?
Çözüm Süreci Erdoğan’ın dediği gibi Milli bir projeydi. Çünkü Türkiye o dönemde, milli güvenlik sorunlarının zirve yaptığı bir süreci yaşıyordu. Arap Baharı’yla birlikte sınırımızdaki Suriye’de iç savaş başlamış, ABD ve Rusya komşumuzun topraklarını bölüşme derdine girmişti. Bir yandan ABD, DEAŞ terör örgütünü piyasaya sürmüştü.
0:05-0:13 Şunu hatırlayalım. Bugün savaştığımız insanları 20 sene önce biz finanse ettik. 0:10-0:15 DEAŞ, dostlarımız ve müttefiklerimizden gelen finansmanla başladı.
DEAŞ, doğrudan Türkiye sınırındaki Kobaniye saldırınca, ABD, PKK’nın Suriye uzantısı PYD’yi desteklemek için bir bahane üretmiş oldu. Türkiye Kobani’deki sivilleri tahliye etmesine rağmen, HDP halkı isyana çağırdı ve çıkan olaylarda onlarca Kürt vatandaşı hayatını kaybetti.
Dünya gözünü Türkiye’ye çevirmiş, bölgede sokaklar karışmış ve sınırda PYD ve DEAŞ tehlikesi bulunurken; devlet çözüm süreciyle zaman kazanıyor ve güç topluyordu. Çözüm süreciyle batıya aynı zamanda, sözde Kürt sorununu çözmek için barışçıl yollar kullanıldığı mesajı da verilmiş oluyordu. Zaten PKK elebaşı Öcalan, hükümetin kendilerini aldattığını, “demek ki bizi imha etmek istiyorlar” diyerek itiraf ediyordu. 2015’te iki polis memuru şehit edilince, hükümet Çözüm Sürecini bitirdi ve o andan itibaren PKK, PYD ve DEAŞ gibi her türlü terör örgütüyle tavizsiz şekilde mücadele edildi. Yani devlet aklı, 80 yıllık zaafiyetlerini ve bağımlılıklarını hesaba katarak hareket etmiş ve savaşmak için doğru zamanı beklemişti.
7) Peki bugün, kim terörle mücadele ediyor, kim gerçekten milliyetçi?
Türkiye’nin 80 yıldır bağımsız olmadığını, 60 yıldır gladyo ve FETÖ tarafından istikrarsızlığa sürüklendiğini ve 40 yıldır terörle Türkiye’nin bölünmeye çalışıldığını anlamadan, son 20 yılda aslında neler yaşandığını anlayamayız. Türkiye, eleştirilen Kürt Açılımı’nda ABD’ye meydan okumuş, terör örgütleriyle kuşatıldığımız bir dönemde Çözüm Süreci’yle ulusal güvenliğini sağlamıştır.
Kurulduğundan beri bu kadar engellemelerle karşılaşmış bir ülkenin sorunsuzca ve kolaylıkla yönetilmesi mümkün değildir. . Bu yüzden siyasetçilerin neyi neden yaptıklarını anlamak için, yapılanları bütünüyle ele almak zorundasınız. Örneğin, 2009’daki Kürt Açılımı’nın amacı ihanet olsaydı, 5 yıl önce Türkiye’yi savunma sanayiinde bağımlılıktan kurtaracak adımlar atılmaz ve bu adımlar meyvelerini vermeye başladığında, terörün kökünü kurutmak için kullanılıyor olmazdı. Demek ki Erdoğan sadece son 5 yıldır terörle mücadele etmiyor, 2004’te savunma sanayi yatırımlarına başlarken de, Kürt Açılımı ve Çözüm Sürecini yaparken de aslında terörle ve Türkiye’nin 80 yıllık bağımlılıklarıyla mücadele ediyordu. Şimdi şunu sormamız lazım. Devlet tavizsiz şekilde yıllardır terörle mücadele ediyorken, PKK’nın açıkça muhalefeti neden desteklediğini açıklamaya gerçekten lüzum var mı? HDP, saldırıları hala devam eden PKK ile bağını gururla dile getirirken, PKK elebaşının bile Kürdistan mücadelemize her fırsatta engel oluyor dediği HÜDAPAR nasıl kıyaslanabilir? HDP’nin eş başkanı Selahattin Demirtaş, örgütün bebek katili elebaşının heykelini dikeceğiz derken, bir Cumhurbaşkanı adayı olan Kılıçdaroğlu, bunu söyleyen adamı hapisten çıkarmayı nasıl seçim vaadi olarak kullanabilir? Ülkesini ve milletini gerçekten seven bir milliyetçi, böyle bir tarafta durmayı nasıl kabul edebilir?
Evet bu seçim, Türk milliyetçiliğinin ne olmadığını da bize hatırlatmıştır. Savaştan kaçıp kendisine sığınanları, otobüse bindirip geri göndereceğini söyleyenler Türk milliyetçisi olamazlar. 100 yıl önce Türk toprağı olan Halep ve İdlib’i, resmi sınırları değişti diye Türk toprağı olarak görmeyenler Türk milliyetçisi olamazlar. Bu millete, Yüce Türk milleti denmesinin sebebi, biyolojik olarak diğer ırklardan üstün olması değildir. Bu millet, sahip olduğu üstün ahlaki vasıflardan dolayı Yüce Türk milleti olarak anılmıştır. Bu millet, savaştığı düşman askerini sırtında taşıyıp, tedavi edecek kadar yüce bir merhamete sahip olduğu için Yüce bir millettir. Bu millet, katledilmemek için kendisine sığınan Yahudilere kucak açıp, aşını paylaşacak kadar yüce bir gönüle sahip olduğu için Yüce bir millettir. Biz farkında olmasak da bu millet Bosna’da, Halep’te, Kudüs’te, Musul’da, Karabağ’da ve dünyanın daha birçok yerinde, beklenen olduğu için Yüce bir millettir. Bu millet, kendisine Vefalı Türk denilendir.
Çünkü Türk, beklenendir.