Siyonistleri ve Evanjelikleri kim yönetiyor?

İsrail dünyanın gözü önünde soykırım yaparken, birçok devletin bu soykırıma ses çıkarmadığı gibi nasıl olur da bir soykırımı açıkça desteklediğini düşünmüşsünüzdür.

Siyonistler, ABD yönetimindeki evanjelikler ya da İsrail lobisi diyebilirsiniz. Ben daha büyük bir iddianın peşinden gitmek istiyorum. Bu soykırımı yapan İsrail’in, destekleyen ABD, İngiltere ve Fransa’nın hatta soykırıma karşı çıkan Türkiye’nin kuruluşunda ortak bir aklın rol oynadığı iddiasını sorgulamak istiyorum.

O zaman gelin, herkesin uğruna savaştığı Kudüs’e daha doğrusu bankacılığın köklerine doğru sizinle tarihte bir yolculuğa çıkalım.

1095 yılından itibaren Hristiyan Haçlılar seferler düzenleyip Kudüs’ü ele geçirmişlerdi. Sonrasında birçok hristiyan hacı kutsal toprak olarak gördükleri Kudüs’ü ziyarete gitmeye başladı ama aylar süren bu yolculuklar tehlikeliydi ve hacılar paralarını ve mallarını çaldırabiliyorlardı. Bu hacıların mallarını korumak için Tapınak Şövalyeleri adında bir şövalye tarikatı kuruldu. Hacılar paralarını Tapınak Şövalyelerine teslim ediyor, Tapınakçılar da onlara geçici bir teminat mektubu veriyordu. Yani tarihteki ilk bankacılık sistemini Tapınakçılar kutsal topraklar uğruna keşfetmişti.

Tapınakçılar başlarda Hristiyanların lideri Papa(2. Honorius) tarafından tanınmıştı ama büyük servetleri ve artan güçlerinden rahatsız olan Fransa Kralı 4. Philippe 1306’da önce Yahudileri Fransa’dan kovdu, sonraki yıl da Tapınakçıları tutuklayıp yasaklattı. Hayata kalan Tapınakçılar İngiltere’ye sığınmış ve bazı tarihi kaynaklara göre burada masonluğun temellerini atmışlardı. Ancak kesin olan, Tapınakçıların ve Yahudilerin para ve kredi verme konularında gerçekten birbirlerine benzemeleriydi.

Bugün dünyayı yönettiğini söylediğimiz Yahudiler, 1000 yıldan fazla süre boyunca Avrupa’da gittikleri her yerde dışlanmış hatta kovulmuştu. Bunun iki sebebi vardı, Hristiyanlar Yahudileri, peygamberleri İsa’nın katili olmakla suçluyorlardı ve Yahudiler faizle borç veriyorlardı ama bu Hristiyanlıkta tamamen yasaklanmıştı. Yahudiler de haklıydı çünkü gittikleri yerlerde başka mesleklerle uğraşmaları ve toprak sahibi olmaları yasaktı. Onlar da kutsal kitapları Tevrat’ın emrettiği gibi Yahudi kardeşlerine faizsiz, Yahudi olmayanlara faizle borç vererek geçimlerini sağlıyorlardı. Hristiyanlar sevmeseler de bazen ihtiyaç duydukları parayı temin etmelerini sağladığı için Yahudilere göz yumuyorlardı.

Bu sırada İngilterede yaşananlar hem Yahudilerin hem de dünyanın kaderini değiştirecekti. İngiltere Kralı 8. Henry istediği kadınla evlenmek için eşini boşamasına izin vermeyen Papa’dan bağımsız Anglikan kilisesini kurdu. Anglikan Kilisesi Katoliklik ve Protestanlık arasında duruyordu. Yani İngiltere Kralı istediği kadınla evlenebilmek için ülkenin mezhebini değiştirmişti. İngiltere’yi Papalık’tan kopartan süreçte Kralın nazırı Thomas Cromwell rol oynadı ve Cromwell İngiliz masonlarının üstadıydı.

Cromwell ailesi 100 yıl sonraki İngiliz İç Savaşında da baş roldeydi. Savaş, Kralı destekleyen monarşi yanlılarıyla, kralın gücünü sınırlandırmak isteyen parlamento taraftarları arasındaydı. Krala karşı olan grubun neredeyse tamamı Püritendi. Püritenler Anglikan kilisesinin Katolik etkisinden tamamen kurtulmasını isteyen protestan bir gruptu. Krallığın karşısındaki bu grubun lideri, Thomas Cromwell’in torunu olan Oliver Cromwell’di. Cromwell de büyük babası gibi masondu ve iç savaşı kazanınca Kralı idam etti ve İngiltere’de ilk kez geçici bir Cumhuriyet kurdu. Mason, Püriten ve Cumhuriyetçi Oliver Cromwell sürgünde olan Yahudilerin İngiltere’ye dönmelerine de müsaade etmişti. Zaten Yahudiler sadece Masonların döneminde rahat edeceklerdi.

Cromwell’den kısa süre önce bir grup Püriten inançlarını özgürce yaşayabilmek için İngiltere’den göç etmeye karar vermişti. Püritenler 1620 yılında Mayflower adındaki gemiyle Amerika kıtasına yerleşti ve burada, İngiltere’nin kolonisi olsalar da özgür bir yaşam kurabildiler. Hatta Püritenler kendilerini, Tevrat’ta kutsal toprakların vaadedildiği Yahudilere benzetmişlerdi. Bu yüzden bazıları Amerika’ya Yeni Kudüs adını bile vermişti.

Mayflower gemisiyle Amerikaya gelen Püritenler ABD’nin ilk kurucuları olacaktı. Hatta Mayflower gemisiyle gelen yolcuların arasında iki ABD başkanı çıkaran Bush ailesinin ve milyarder Rockefeller ailesinin büyük dedeleri vardı.

Bugün İsrail’i destekleyen ve Siyonist Hristiyanlar olarak bilinen Evanjelikler’in ilk örnekleri de bu dönemde ortaya çıkmaya başlamıştı. Koloni döneminde bakanlık yapan püriten din adamı John Cotton Yahudilerin kutsal topraklara dönmesinden bahsediyordu. Hatta Cotton’ın damadı Icrease Mather da bir din adamıydı ve Harvard Üniversitesi’nin başkanlığını yapmıştı. Mather’ın yazdığı ilk kitabın adı İsrail’in Kurtuluşu’nun Gizemi’ydi.

Bu ilk kolonilerden 150 yıl sonra, Amerika’da Özgürlüğün Çocukları adındaki bir örgüt İngiltere’den Amerika’daki kolonilere gelen yüksek vergili çayları protesto edip denize dökünce Amerikalılar ve İngiltere arasında Amerikan Bağımsızlık Savaşı başlamış oldu. Çay protestosunu yapan örgütün birçoğu gibi Bağımısızlık Savaşı’nın liderleri de masonlardan oluşuyordu. ABD’nin kurucu babaları olarak bilinen George Washington, Benjamin Franklin, Andrew Jackson ve James Monroe gibi isimler birer masondu. Bunlar kulağınıza gerçekçi gelmeyebilir ama pek bilinmese de ABD’de kurulan üçüncü partinin adı Anti-Masonik Parti’ydi.

Daha önemlisi Amerikan Bağımsızlık Savaşı’nın masraflarını bir Yahudi olan Chaim Solomon cebinden karşılamıştı ve Solomon da Filadelfiya mason locasının üstadıydı.

10 yıl sonra bu kez Fransız ihtilaliyle Fransa Kralı devrilip Cumhuriyet ilan edildi ve Katolik Kilisesi’nin gücü zayıflatıldı. Krallığı ve dini ortadan kaldırmaya çalışan bütün hareketlerin arkasından benzer yapıların çıktığını farketmişsinizdir. Fransız İhtilali’nin de mottosu, Masonların kullandığı Özgürlük, Eşitlik ve Adalet’ti. Zaten devrimin önde gelen isimlerinden Marquis de Lafayette bir masondu ve Amerikan Bağımsızlık Savaşı’na dahi katılmıştı.

Daha sonra Napolyon yönetimi ele geçirip Fransa’da İmparatorluğu’nu ilan etti ve Avrupa’yı ele geçirmeye çalıştı. Napolyo’nun kaybettiği Waterloo savaşında Yahudi Rothschild ailesi İngiliz ordusunun finansmanıyla ciddi bir servete kavuşmuştu. Ailenin resmi arşivine göre Nathan Rothschild, bunun yaptığı en iyi iş olduğunu söylemişti. Alman prensi Pückler, bugün Avrupa’da hiçbir güç Rothschild olmadan savaşamaz itirafında bulunuyordu.

1800’lerde Rothschild gibi Yahudi aileler zenginleştikçe devletler Yahudilere daha bağımlı hale geldiler. Böylece Yahudilere karşı nefret ve düşmanlık yani Anti-semitizm artmaya başladı. Yahudilerin kendilerine ait bir yurt bulmaktan başka şansı kalmamıştı. Rothschild ailesi 1845’te evlerinde yaptıkları toplantıda Yahudilerin Filistin’e göç etmesini sağlamaya karar verdiler. Diğer yandan bir evanjelik olan Lord Shaftesbury’nin etkisiyle İngiltere Başbakanı Lord Palmerstone, Yahudilerin kutsal topraklara dönüşünün Hz. İsa’nın yeryüzüne ikinci gelişini hızlandıracağına inanmıştı. Bu iki İngiliz lordu da tabi ki masondu.

Kendileri için devlet kurulmaya çalışılan tek millet Yahudiler değildi. 1831’de İtalyan Giuseppe Mazzini masonik Genç İtalya hareketini kurdu ve İtalya’nın ulus devlet olarak birleşmesini sağladı. Genç İtalya hareketi, Genç Almanya, Genç Bosna ve Genç Polonya gibi isimlerle diğer ülkelere de yayıldı ve bu ülkelerde ihtilaller yaparak Krallıkları devirdiler.

Jön Türkler olarak bildiğimiz Genç Türkler hareketinin kaynağı da işte bu Genç İtalya hareketiydi. Batıdaki hareketler kralları ve hristiyanlığı zayıflattığı gibi, Genç Türkler de Padişahı ve İslamı zayıflatmak istiyordu.

Bu sırada Osmanlı Yahudisi Emanuel Carraso Selanik’teki mason locasının üstadı oldu. Carasso, Yahudi Allatini ve Rothschild ailelerinin ortaklığında kurulan Selanik Bankasının da müdürüydü. Genç Türkler Carasso’nun talimatıyla mason locasını hareketlerinin merkezi kabul ettiler. Genç Türkler, yine Genç İtalya hareketine ait Birlik, İlerleme ve Hürriyet sloganından ilham alarak İttihat ve Terakki cemiyetini kurdular.

Bu noktada Osmanlı Devleti’nin ve Yahudilerin kaderi birbirine bağlıydı. Çünkü Yahudilerin devlet kurmak istedikleri topraklar Osmanlı Devleti’ne aitti. Yahudilerin devlet sahibi olması için çalışan Siyonizm de bir nevi Yahudilerin Genç İtalya hareketiydi. Siyonistlerin temsilcisi Theodor Herzl Filistin’den toprak satın almak için padişahla konuşmuş ama Sultan Abdulhamid kesinlikle bir karış toprak satmayacağını söylemişti. O halde bir Yahudi devleti kurulması için önce Padişahın ortadan kaldırılması sonra da Osmanlı İmparatorlu’ğunun parçalanması gerekecekti.

Böylece mason İttihatçılar 1908’de yaptıkları ihtilalle ikinci meşrutiyeti ilan ettirerek Sultan Abdulhamid’in gücünü sınırlandırdılar. Artık siyonistler rahatça hedeflerine yürüyebilirdi. İki ay sonra Siyonist Theodor Herzl, Victor Jacobson’u görevlendirdi ve Jacobson Dünya Siyonist Organizasyonu’nun İstanbul Şubesini kurdu. Jacobson burada Genç Türklerle, Yahudi Emanuel Carasso ile Hahambaşı Haim Nahum ile görüştü. Nahum Siyonist Kongre’ye tebrik mesajı çekince Jacobson şöyle demişti. “Bu imkansızdı, buradan bir Yahudi liderin bu kadar açık Siyonizme sempatisini göstermesi gerçek bir zaferdir.” Siyonizmi açıkça destekleyen Hahambaşı Nahum daha sonra Türk heyetiyle Lozan görüşmelerine katılacaktı.

Bu süreçte bir başka Siyonist Vladimir Jabotinski Fransa’da bir gazete satın alıp adını Le Jeune Turc olarak değiştirdi. Bu gazeteyle bir yandan Yahudilerin Filistin’e yerleşme hakkı olduğunu yazıyor bir yanda ga Genç Türkler arasında milliyetçi fikirlerin yayılmasını sağlıyordu. Jabotinski İttihatçıları 1.Dünya Savaşı’na girmeye teşvik ettiği gib “Türkiye savaşa girdiğinde parça parça çıkacağından şüphem yoktu” diyordu. Hatta Jabotinski bu amaçla, Yahudilerden oluşan Siyon Katırcılar Birliğini İngiliz saflarında Osmanlıya karşı savaşması için 1915’te Çanakkale cephesine, kurdukları Yahudi Lejyonunu da 1917’de Filistin cephesine göndereceklerdi.

İttihatçılar 1 yıl geçmeden Selanikte oluşturdukları Hareket Ordusu’yla Sultan Abdulhamid’i tahttan indirdiler. Hareket ordusu mason güdümlü olduğu gibi içinde 700 Selanik yahudisi de bulunuyordu. İttihatçı ve mason olan Rıza Tevfik İngiliz Times gazetesine verdiği röportajda “Ben Siyonistim(…) aslında Filistin bizden çok sizin topraklarınızdır” diyordu. İttihatçılar hem Türk milliyetçiliği yapıyor, hem Yahudiler gibi diğer milletlerin bağımsızlık fikrini destekliyor hem de onlarca milletten oluşan koca imparatorluğu bir arada tutmaya çalışıyorlardı. İttihatçılar ya büyük bir çelişkinin ya da büyük bir ihanetin içindeydi.

Bu süreçte bir İngiliz casusu olan Aubrey Herbert, İttihatçılarla sürekli iletişim halindeydi. İhtilalden önce anılarına, “Büyük Mason locası çalışıyor” yazmıştı. Herbert’ın büyük dedesi bir İngiliz kontu ve aynı zamanda Mason üstadıydı. Herbert, bir yandan Genç Türklerle görüşüyor bir yandan da Arnavutları Osmanlı’ya karşı örgütlüyordu.Hatta 1913’te İttihat Terakki üyesi Mustafa Kemal ve Ali Fethi Okyar’ı bir akşam yemeğinde ağırlamıştı, yemekte bir diğer misafir de 5 yıl sonra Mustafa Kemal ile Filistin cephesinde karşı karşıya gelecek olan Lord Allenby’di.

Mustafa Kemal 5 yıl sonra Lord Allenby ile Filistin cephesinde karşılaşmıştı. Ancak Filistin cephesinde kaybedince orduyu Haleb’e kadar geri çekmek zorunda kalmıştı.

Siyonist istihbarat örgütü Nili’nin kurucusu Yahudi Aaron Aaronsohn’un kardeşi ve İngiliz General Allenby komutasındaki yüzbaşı Alexander, Filistin mağlubiyetiyle Haleb’e çekilen Mustafa Kemal ile görüştüğünü ve Mustafa Kemal’in Türklerin mağlubiyeti için üzgün olmadığını söylemişti.

Bu kulağa garip gelse de Mustafa Kemal’in arkadaşı Rauf Orbay Mustafa Kemal’in Osmanlıya isyan eden Şerif Hüseyin’in oğlu Emir Faysal ile görüştüğünü ve ona Suriye topraklarını teklif ettiğini söylemişti.Zaten Mustafa Kemal de 1937 yılında görüştüğü Suriye Başbakanı’na 1913’teki benzer bir anısını anlatmıştı. Mustafa Kemal İttihatçı Talat Paşa’ya Suriye ve Irak’a bağımsızlık vermelerini söylemiş, Talat Paşa da bunu kimseye söyleme yoksa seni asarlar demişti.

Bir evanjelik olan İngiltere Dışişleri Bakanı Arthur Balfour, Filistin topraklarında Yahudiler için bir yurt vaadeden Balfour Deklarasyonu’nu sürecin sahibi Lord Rothschild’e iletmişti. İlginçtir, Lord Balfour, Mustafa Kemal milli mücadeleyi başlatmak için Samsun’a çıktıktan bir ay sonra “Anadolu’da yeni bir Türk devleti kurulması” gerektiğini söylemişti. Hatta Dışişleri bakanı Lord Curzon, “Bağımsız bir Arabistan ve Ermenistan’dan başka bir de bağımsız bir Türk devleti kurulmalı, başkenti de Bursa ya da Ankara olmalı” diyordu.

Tarih bize yanlış öğretildiği için Osmanlı’yı işgal eden güçlerin bu topraklardan hiç çekilmeyeceklerini düşünürdük. Halbuki Başbakanlık arşivindeki Mustafa Kemal imzalı belgeye göre 25 Eylül 1919’da İngilizler milli harekete müdahele etmeyeceklerini ve tarafsız kalacaklarını söylemişti. Aynı şekilde 24 Nisan 1920’de Meclisteki gizli celsede Mustafa Kemal, Fransız ve İtalyanların Türkiye’nin bağımsızlığını destekleyeceklerini aktarıyordu. Zaten işgalci İtalyanların Anadolu’daki komiseri ve adına mason locası olan Kont Sforza, Mustafa Kemal ve Ali Fethi ile görüşmüş ve onlara İzmir’in Yunanlılara işgal ettirileceğini ve buna karşı İzmir’de silahlı teşkilat yapmalarını tavsiye ettiğini yazmıştı.

Çünkü artık sömürge çağında değil ulus devletler çağındaydık. Bir milleti sonsuza kadar silah zoruyla yönetemezdiniz. ABD Başkanı Wilson’un o dönemde ilan ettiği gibi her milletin bağımsız bir devlete kavuşacağı bir dünya inşa ediliyordu.

Bu ufak parçalara ayrılmış dünyanın temellerini 500 önce atmışlardı. Masonluğun kendisi muhafazakar, maneviyatçı ve kend içinde dayanışmacıyken, dünyanın geri kalanına devrimciliği, maddeciliği ve bireyselleşmeyi tavsiye ediyordu. Örneğin İngilizler Krallıkla yönetilirken diğer ülkelere cumhuriyet ihrac etiler. Kendileri muhafazakar ve geleneklerine bağlıyken diğer ülkelere geleneklerini çiğnemeyi ve modernleşmeyi tavsiye ettiler.

İngilizler bütün insanlığa gönderilen Hristiyanlığı kendi çıkarları için milli bir din haline getirdiler. Aynı şekilde Siyonistler, Tanrı dini sadece onlara göndermiş gibi Yahudiliği kendi çıkarları için araç haline getirip kullandılar.

Yani hem İngilizler hem de Yahudiler dinlerini kendi siyasetlerine alet etmiştir. Bu yüzden kendi çıkarları için krallıkları ve dinleri ortadan kaldırmak isteyenler de masonik yapılar bünyesinde örgütlenmiş ve tarih boyunca İngilizlerin gücünü, Yahudilerin de servetini kendi amaçları için kullanmıştır.

İşte bu yüzden çoğu devlet, İsrail’in dünyanın gözü önünde yaptığı soykırıma ses çıkaramadığı gibi bu soykırıma destek oluyor. Devletler şeytanlaşmış çıkar gruplarının kontrolünde olsa da insanlığını kaybetmeyen insanlar bütün dünyada bu zulme karşı sokaklara dökülüyorlar.

Çünkü Siyonizm, Evanjelizm ya da diğer fikirler yalnızca bir maskeden ibaret. Bu maskeyi kaldırabilirseniz, yaşananın insanlığa karşı yeryüzündeki şeytanların yani hakka karşı batılın savaşı olduğunu görebilirsiniz.