Türkiye bağımsız kalarak kalkınamaz mı?

Seçimlere aylar kala herkes, ekonomiyle ilgili reçetesini sunmaya başladı. Bir ekonomistin Halk Tv’de Türkiye ekonomisi için sunduğu çözüm önerisi tekrar gündem oldu.

15:44- “Sayın Cumhurbaşkanı’nından umudumu yitirmedim. Yapması gereken icraatlar belli. İşte, Osman Kavala , Selahattin Demirtaş serbest bırakılacak. S400’ler bir depoya kitlenecek. Merkez Bankası’na istediği kadar faiz artırması için yetki verilecek. Eğer bunları yapıyorsa Türkiye düzelir.”

Bir dakika, eğer Türkiye ekonomisi, bu sayılanlar yapıldığında düzelecekse bu şu anlama gelir:

Ekonomi, sadece ekonomiden ibaret değildir ve büyük oranda politiktir. Ve Türkiye, ABD gibi güçlerin istediklerini yapmadığı için ekonomisi zarar görmüştür. O halde önümüzde iki yol gözüküyor; ya ekonomi düzelsin diye başka devletlerin sömürgesi haline geleceğiz ya da ekonomik bağımsızlığımız için verilen mücadeleye devam edeceğiz. Peki sıkıntı çekmeden, hem bağımsız hem de iyi bir ekonomiye sahip olamaz mıyız?

Bu sorunun cevabı maalesef hayır. Çünkü büyük ekonomiye sahip ülkeler de aynı sıkıntıları yaşayarak bu günlere geldiler. Örneğin, sanayi ve teknolojisiyle övülen Almanya ve Japonya onlarca yıl sıkıntı çektikten sonra bugünkü refahlarına kavuştular. İkinci Dünya Savaşı’ndan bu iki ülke de mağlubiyet ve sefaletle çıkmıştı. İki ülke de para birimlerini Amerikan doları karşısında değersiz bir oranda sabitlediler.

Böylece ihracatta avantajlı konuma geldiler. Hatta 70’lere gelindiğinde Amerika dış ticarette iki ülkenin gerisinde kalmaya başlayınca, Almanya ve Japonya’dan paralarının değerini artırmalarını istedi hatta bunun için baskı kurdu. Hayır yanlış duymadınız, Almanya da Japonya da ticarette rekabet edebilmek için paralarını değersiz tutmaya çalıştılar ve bunun için Amerikalılarla mücadele ettiler ama sonunda ABD’nin dediği oldu. 1971’in sonunda bu ülkeler paralarının değerini artırmayı istemeyerek de olsa kabul ettiler. Ayrıca bize yıllarca anlatıldığı gibi Japonlar çalışkan, Almanlar da disiplinli olduğu için kalkınmış değillerdir.

En azından tek sebep bu değildir. Asıl sebep, ABD dünya savaşında Almanlarla ve Japonlarla savaşırken, ABD’li şirketlerin bu ülkelere gizlice yaptığı sermaye ve teknoloji transferidir. Kaynaklarını merak edenler, Hocasıyla Dünyayı Yöneten Adam adlı belgeselimizi seyredebilirler. Yani Almanya ve Japonya, başarı hikayelerinde anlatıldığı gibi kalkınmadı, hem uzun süre sıkıntı çektiler hem de milli bağımsızlıklarını Amerikalılara teslim ettiler. Örneğin teknoloji devi dediğimiz Japonya’nın, ikinci dünya savaşından sonra kurulurken, düzenli orduya sahip olmasına bile izin verilmedi.

Bununla birlikte ülkenin her yeri Amerikan askeri üsleriyle çevrildi. Diğer yandan Almanlar da devasa sanayilerine rağmen Amerika’nın güdümünden 70 yıldır çıkamamıştır. Yani dünyanın en güçlü beş ekonomisinden biri de olsanız, siyasi ve ekonomik olarak bağımsız değilseniz, modern bir sömürgeden ibaretsiniz. O halde Türkiye’ye bakalım. Türkiye de ikinci dünya savaşından sonra ABD ve batı ittifakında yer aldı.

Sonrasında yapılan bütün kalkınma hamleleri ya askeri darbelerle ya da örtülü hamlelerle engellendi. Örneğin 1950’lerde Başbakan Adnan Menderes, başlattığı kalkınma programı için ABD’den borç istemişti. Ancak ABD Ulusal Güvenlik Konseyi’nin raporuna göre, ABD Türkiye’den yatırımlarını durdurmasını istedi. Hatta ileride Almanya ve Japonya’dan isteyeceği gibi Türk lirasının değerini düşürmemesini talep etmiş ve bunlar yapılmazsa, istenilen borcun verilmeyeceği belirtilmişti. Başbakan Menderes bunları kabul etmeyince IMF’den borç almak zorunda kaldı ve sonrasında Sovyetlerin kapısını çalmaya kalktığında 1960 darbesiyle devrildi ve idam edildi.

Çünkü Türkiye bir NATO ülkesiydi ve ABD’ye göre bir NATO ülkesi, Sovyetlere yaklaşamazdı. Uzatmayalım. 1960, 71, 80, 97 ve son olarak 15 Temmuz 2016… Neredeyse her 10 yılda bir darbenin gerçekleştiği bir ülkenin üretmesi ve kalkınması mümkün değildir. Yani siyasi bağımsızlığınızı kazanmadan, ekonomik bağımsızlığınızı kazanamazsınız.

Bu yüzden Türkiye son 20 yılda, milli menfaatini korumaya çalıştığı her olayda ABD ve diğer güçlerle çatışma yaşadı. Bu çatışmalar yaşanırken, bir yandan kendi füzelerimizi, insansız hava araçlarımızı ve elektrikli otomobilimizi üretmemiz hafife alınacak şeyler değil. Çünkü bu projeler öyle birkaç günde başlanıp tamamlanmadı. Her biri içerden ve dışardan, türlü siyasi ve bürokratik engellemeler olmasına rağmen tamamlanmış projeler. Sonuç olarak, salgın ve savaşlarla bütün dünya küresel bir krizin içindeyken, Türkiye’nin bu süreci daha sert geçirmesinin sebebi, ekonomik değil politik.

Türkiye 80 yıldır siyasi istikrarını sağlayamadığı gibi kalkınmasını ve altyapısını da tamamlayamamış bir ülkedir. Türkiye son 20 yıldır istikrarını sağlamaya çalışırken bir yandan da üretmek için gereken altyapısını tamamlamaya çalıştı. Şİmdi Küresel kapitalizmin sıfırlandığı ve dönüştüğü bu kriz dönemini Türkiye, bir fırsata çevirdi ve biraz sancılı olsa da üreten bir ülke olma sürecine girdi. Burada hepimize düşen bir seçim yapmak. Biraz daha rahat etmek için, milli menfaatlerimizden vaz mı geçeceğiz yoksa siyasi ve ekonomik bağımsızlığımızı kazanmak için, biraz sabredip, mücadele mi edeceğiz?